saglık ve hastalik
Sağlık ve Hastalık
Fiziksel olarak hastalandığımızda, hayata karşı yaklaşımımız, zihinsel ve duygusal dengemiz bundan kaçınılmaz bir şekilde etkilenir ve hayal kırıklığı ya da ümitsizlik hisleri içerisine gireriz. Aynı şekilde kendimizi üzgün, mutsuz ya da kızgın hissettiğimizde genellikle fiziksel olarak da ıstırap çekeriz: Başımız ağrır, midemiz bulanır ya da kaslarımız ağrır. Fakat mutlu ve neşeli olduğumuzda ise bedenimiz canlı, enerjik ve sağlıklıdır. Zihin ve beden arasında direkt bir ilişki vardır. Biri diğeri olmadan etkilenemez, Eylem daima düşünceyi izler ve biz ne düşünüyorsak o oluruz. Bu, hastalandığımızda ya da iyileştiğimizde ne olduğunu daha iyi anlamamız içinönemli bir noktadır.
Çağdaş insan hastalıklar karşısında şaşkına dönmüş durumdadır. Baş ağrıları, soğuk algınlığı, kabızlık hatta kansere bile o kadar alıştık ki bu türden rahatsızlıkların gerçekten ender olaylar olması gerektiğini unuttuk.Yine hastalık, yaşantımıza o denli derinden kök salmıştır ki, çok hatalı bir şekilde onu normal karşılar durumdayız. Pek çok operasyonlar geçiriyor, büyük miktarlarda ilaç tüketiyoruz, Ve öyle ki sağlık durumumuz sosyal tartışmaların ana konusu haline gelmiştir. Fiziksel sorunlardan, bizimle pek ilgisi yokmuş gibi ve neredeyse bize başkaları tarafından empoze edilmiş şeyler gibi bahsediyoruz. Bedensel güçlüklerimizi istenmeyen bir mal gibi taşıyor, yine de onlardan kurtulmayı istemiyoruz. Hastalıklarla öylesine içli dışlı olduk ki onlarsız hayat, doktora gitmeden, reçeteyazdırmadan, şikayet edecek bir şeyimiz olmadan yaşamak bizi telaşa düşürüyor. Ulaştığımız noktada içgüdü ve sezgilerimizle olan temasımızı bütünüyle kaybetmiş ve hastalıkların Tanrı'nın buyruğu olduğuna inanacak, kontrolumüzün dışında olduğunu kabul edecek bir duruma gelmiş vaziyetteyiz. Sağlık, yalnızcajiyi bir kadere sahip görürken şanslı birkaç kişinin elindedir. Onlar acı çeken geri kalanlarımız gibi değillerdir!
Her ne kadar meselenin üzücülüğü meydandaysa da daha acı gerçek, sağlık ya da hastalıkla davranışlarımız ve hayat tarzımız arasındaki ilişkinin bilinip uygulanmasındaki kavrayış eksikliğinin görülmesidir. Zihin ve bedenin karşılıklı olarak birbirlerini etkilediklerini kabul etmediğimiz için ileriye doğru adım atamıyoruz. Sonuçta biz kendi bedenimiziz. Başka birisinin bedeni değiliz ve kendi bedenimizden ayrı değiliz. Beden vasıtasıyla kendimizi ifade ediyor ve çevremizdeki dünya ile ilişki kuruyoruz. Bedenimiz, bizim ifade aracımız olduğuna göre, neysek onu ifade edecektir. Bedenimiz hastaysa, bir parçamız hasta demektir. Hasta olmak bizden ayrı birşey değildir. Hastalık, varlığımızdaki bir dengesizliğin dışa vurumudur.
Zihnimizi mikroskobun altına koyamadığımız için onun yerine hücrelerimizi yerleştirdik ve sadece beden üzerindeodaklanarak zihin ve beden arasındaki bütünsel ilişkiyle olan temasımızı yitirdik. Örneğin, iletişim kurma, "içimizi dökme" ihtiyacı ile öksürüğümüz arasında bağlantı kuramıyoruz. Onun yerine öksürük şurubu alarak içsel çatışmamızı bastırıyoruz. Gerginlik ve omuzlarımızdaki yük hissini,içimizde uzun süre tuttuğumuz suçlulukla birleştiremiyoruz.
Bunun yerine zamanla, omuzlar bükülüyor ve sorunlanmıza geri dönüyoruz. Ve suç aynen kalıyor. Ya dakabızlığı, işleri oluruna bırakmaktaki yetersiz1iğimize veya doğal olmayışımıza bağlayamıyoruz. Bir müshil alıyor ve sabitleşmiş davranış kalıplarımız içinde yaşamaya devam ediyoruz , sonuçta direncimizi kaybedip hasta oluncaya kadar, korku veya endişe bizitüketip, canlıhkve enerjimizi yok ediyor.
Zihin ve beden arasindaki ilişki, aslında öylesine bütünleşmiştir ki, psikolojik ya da duygusal sebepleri bulunamayacak hemen hemen hiçbir hastalık yoktur. Bedenin farklı bölgeleri farklı psikolojik durumları yansıtır ve tüm varlığıınızı kapsayan sürekli bir enformasyon değiş tokuşu vardır:
Bugün hastalıkların zihinden kaynaklandığı konusunda tüm şifa uzmanlan birleşmektedirler. Fakat aynı zamanda zihnin pek çok seviyelerden oluştuğunu da hatırlamak gerekir. Bedenimizde her birinin kendi özel fonksiyonu olan farklı bölgelerden düşünüp hissettiğimiz fikrine dönersek, bunu anlamak kolaylaşır. Düşünce olarak verdiğimiz daima o anda bedenimizde sıktığımız bölgeye geri dönüp yerleşecektir. O an hep bizimle yaşar; nitekim biz onu yargılanmızda, korkularımızda, illüzyonlarımızda hapseder ve özgür olamayız."
Hastalıklar günden güne artmaktadır, çünki yaşamımız giderek artan baskılar tarafından eş zamanlı olarak tehdit edilmektedir. Stres hastalığı azdıran en temel faktördür. Asabilik, öfke, endişe, ümitsizlik, korku, şok, hayal kırıklığı, kuruntu, keder, suçluluk, kin, nefret, depresyon, kararsızlık, baskı, yalnızlık, üzüntü, obsesyon, darılma, gürültü vs. gibi haller stres e sebep olur. Stres içsel gerilim oluşuncaya, kaslar sıkışıncaya kadar birikir. Sıkışmış kaslar kan akışını ve sinirlerin fonksiyonunu etkiler. Bunlar da sırayla salgı bezlerini etkilerler. Tüm fiziksel yapımızın düzenli bir biçimde çalışması, dolaşım, sinir ve hormonal sistemlerin işlevlerini uygun şekilde yerine getirmelerine bağlıdır. Bu düzen bozulmaya başladığında, fiziksel rahatsızlıklar baş gösterır.
Eğer stresin sebeplerini bulabilir, gevşemeyi geliştirebilir, zihni sakinleştirebilir ve iç huzur duygusunu keşfedebilirsek, o zaman kaslar rahatlatılabilir: Böylece sıkışmış damarlar ve sinirler serbest kalarak yeniden düzenli bir şekilde iş görürler. Salgı bezleri ve organlar öz gıdalarla yeniden beslenir ve sonuçta fiziksel iyileşme başlayabilir.
Hayal kırıklığı, öfke ya da suçluluk gibi duyguları mikroskobun altına koyamayacağımıza göre, tutucu tıp arızalı organ ve dokuları rahatlatmak ya da yatıştırıcılar ve anti depresanlar vermek suretiyle yardım etmeye çalışmaktadır. Bu aynen, tekrar olmayacağı umuduyla duvardaki bir çatlağı sıvamaya benzer. Sorunun gerçek sebebini halletmez. Sağlığın doğal bir şekilde meydana gelmesi için yapılan daha derin seviyede iyileştirme; stresi, stresin sebeplerini. ve meydana getirmiş olduğu etkileri ortadan kaldırmak demektir. Açıkçası tıp uzmanları ile şifacılar arasında oluşacak yakın irtibat, hepimiz için yararlı olabilir. İnsan yalnızca fizik beden değildir, sadece zihin olmadığı gibi. Varlığının tüm yönleri -zihinsel, duygusal, fiziksel ve spiritüel- bütünün sağlığı ile yakından ilgilidir.
Burada doğal şifa ile tutucu tıp arasındaki bir başka farkı. işaret etmek enteresan olacaktır: Bir doktor, hastasının rahatsızlığını anlatmasını isteyerek onu dirileyecek ve daha sonra insan bedeni hakkındaki bilgisine dayanarak sorunu teşhis edebilecektir. Oysa bir şifacı, hastalık ya da arızalı bölge hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmadan sadece enerjiyi gönderecek ve bedene giren ruhsal enerji doğal bir biçimde zayıı bölgelere ulaşacaktır. Eğer işin içinde teşhis olsaydı, tedavi sorun üzerinde yoğunlaşacak ve sorunun esas sebebine derinlemesine temas edilmeyebilecekti. Semptomları teşhis etmemekle enerjiye, müdahalemiz olmadan çalışması için izin vermiş oluruz. İşleyen sürece güvenip sadece bir aracı rolü oynadığımızı kabulederiz. Böylece kişisel benliğimizi en az derecede işin içine katmakla daha etkili ve kapsamlı bir iyileşme elde ederiz.
Tutucu tıp şüphesiz bize yardım etmekte ve zaman zaman gerekli de olmaktadır. Ancak gerçek sebebi gidermeden, hastalığı sağlığa çevirmek ve daha derin iyileşme mümkün değildir. Bu şekilde enerji ve dürtü sağlandığında beden bütünüyle sağlığını yeniden kazanma yeteneğine sahiptir. Fakat meydana getirdiğimiz ve beslediğimiz mantal ve duygusal haller bu süreci engeller. Kendimizi tekrar bu tür bir tavırlanma ve bu tavrın sağlığımız üzerinde meydana getirdiği etkiler içerisinde buluveririz. Elbette hasta olmayı istemeyiz. O halde kimse bizi hasta edemez; hastalık yalnızca içimizden gelir. Şu gerçeği kabul etmeliyiz ki bunu maksatlı olarak yapmıyor olabiliriz; fakat her şeye rağmen sebep bizdedir.
Yaşamımızdaki dışsal stresleriri fark edilmesi nispeten kolaydır. Fakat stres yüklü düşünce formlarının fark edilmesi -kökleşmiş davranışlarımızın farkında olmadığımız için- o kadar kolay değildir. Farkında olsaydık, hiç birimiz aslında ıstırap çekmekten hoşlanmadı ğımız için onları sürdürmemiz de mümkün olmazdı. Aslında hastalık, kendimize karşı ne kadar sorumsuz olduğumuzu görmek ve kendimizi koruma ve sevme sorumluluğunu tekrar kazanmak için gerçek bir uyarı veren harika bir fırsattır. "Şifa, Yaradanımızla başlangıçta olduğu gibi bir olmak için 'bütünleşmek' demektir. İncil'deki 'günahlarımızdan kurtulup şifaya kavuşmak' sözüyle anlatılan budur. Günah; gerçekten sadece bir eksikliktir. bilgi eksikliği, uyku hali ve ihmaldir. Bu hayattan ötealeme böyle bir hal içinde geçseydik çok yazık olurdu."
Gevşeme (yoga ve t'ai chi ch'uan gibi teknikler yoluyla ve meditasyon Doğu'da günlük yaşamın olağan ve bütünleyici bir parçası olarak kabul edilir. Batı'da kolayca vazgeçilmemesine rağmen bu tür uygulamalar "uç" olarak nitelenir. Bizler Batı'da stres ve kanserden tutun, kalp hastalıkları, ülser, depresyon ve zihinsel dengesizliğe kadar varan pek çok hastalıktan mustarip durumdayız. Batı'ya 1960'larda gelen Doğu tradisyonları bizim için büyük bir lütuf olarak kabul edilmelidir. Gevşemeyi öğrenmezsek yaşadığımız stresler yakın zamanda büyük hasarlara yol açacaktır.
Zihin, alıcılık ve araştırıcılık haline yükseltilebilirse, o zaman ilerleme kaydedilebilir. Tedaviye gelme eylemi ilk adımdır. Bu, değişimin ortaya çıkması için bir arzunun belirtisidir. Fakat stresin sebepleri çok derin ve bizi çeşitli yönlerden etkiler vaziyette olabilir. Bu yüz den tedavi ile birlikte, bu içsel düşünce formlarının yüzeye çıkartılması ve tanınması için bir danışma gerekebilir. Bu çalışma, çözümsüz kalan sorunlar yüzünden hastalığın tekrarlamasını önler. Diğer yöntemlerle birlikte uygulanan karışık tedaviler (danışmanlık, psikoterapi, akupunktur. osteopati hatta tutucu tıp) fevkalade makbuldür. Amacımız uyum halinin yakalanmasıdır. Araçlar çeşitli olabilir. Hiçbir yol diğerinden daha iyi ya da daha kötü değildir. Hepsi farklıyönlerden iş görür ve birlikte çalışarak bir bütünü oluştururlar.
Beklentiler
Kendi hastalıklarımızı kendimizin yarattığını kabul edebilme yeteneği, bir şifa tedavisinden neler beklediğimizi gösterir. Pek çok kimse bir mucize beklentisiyle gelir ve bir celsede iyileşemeyince hayal kırıklığına uğramış ve incinmiş bir şekilde gider. Bu tür insanlar mucizevi bir tedaviyi bulmak için büyük miktarda para ve zaman harcayıp, kendi içlerine bakmak için hemen hemen hiç zaman harcamayan insanlardır. Böyle bir durumda şifacı ne yaparsa yapsın hiçbir şey olmaz ve hastalık sürer. Alınan herhangi bir tedavi biçimi bize yalnızca yardım edebilir; iyileşme'yi sağlayamaz. Aynı zamanda bizim de sonuca ulaşmak, huzur halinin içimize işlemesineizin vermek, sağlığımız için sorumluluk duymaya açık olmak ve iç huzurumuzu sürdürmeye çalışmak için istekli olmamız gerekmektedir.
Şifanın en ilginç yönlerinden biri sorunun içsel sebebinin ne olduğunun çoğunlukla hasta tarafından bilinmeyecek olmasıdır (zaten şuurlu olarak bunu bilmesine gerek yoktur). Sorun görünürde şuursuz, daha derin bir düzeyde çözülür, Hasta belki de kolunda hissettiği bir ağrı sebebiyle tedavi için gelebilir. Uygulanan tedavi yoluyla ağrı hafifler ve sonuçta hasta gerilimden, endişeden ve hastalık korkusundan kurtulduğunu hissederek sakinleşir. Aslında ağrıya sebep olan stres, ağrı çekmekten duyulan stresten kurtulmakla kaybolur.
İlk tedavide genellikle sinir sistemini rahatlatan, zihinsel ve duygusal hallerimiz arasında bir dengelenme oluşturan, gevşeme, canhlık ve kanın temizlenmesini sağlayan bir enerjinin içimize aktığını hissederiz. Kaslar, dokular, lifler ve kemikler beslenir ve temizlertir. Bir sonraki celsede enerjinin daha derinlere işleyerek direkt olarak soruna yöneldiği görülür. İlk aşamada sağlanan sakinlik ve huzurla beden, iyileşme sürecini başlatmaya hazır hale gelecektir.
Bu söylenenler elbette mucizevi iyileşmeleriri olamayacağı anlamına gelmez. (Burada bir celsede aniden iyileşmeyi kastediyoruz.) Bu durum; genellikle hasta ilerlemeye gerçekten hazır olduğunda, içsel stresIerinden kurtulmuş olduğunda ve geriye sadece düzeltilmesi gereken küçük bir fiziksel dengesizlik kaldığında gerçekleşebilir. Böyle bir duruma tanık olmak gerçekten çok güzeldir. Ancak bu çok ender olur ve ne yazık ki şifacının çevresinde (medyanın da körüklemesiyle) kendilerinin de böyle mucizevi bir şekilde iyileşeceğini uman insanlar toplanır. Ve sonuçta hüsrana uğrarlar.
Deneyimler bize, böyle anı iyileşmeler olabilse de şifanın akümülatif bir süreç olduğunu öğretmiştir. Bedendeki rahatsızlık. 'çabucak iyileştirilebilen basit bir baş ağrısı olarak kendisini gösterebilir. Fakat daha sık olarak derinde yatan iç çatışmalar biçiminde ortaya çıkar.
Fiziksel iyileşmenin gerçekleşebilmesi için bu çatışmaların dengelenmesi gerekecektir. Eğer hastalık ilerlemiş ve şiddetli hasarlara yol açmış ise her zaman tam bir iyileşme sağlanamayabilir. Bununla beraber sağlık durumumuzun temelini davranışlarımız oluşturduğunagöre şifa, psikolojik ve zihinsel hallerimize değerli bir yardım ve enerji sunabilecektir. Davranışlarımızdeğiştiğinde genel bir mutluluk hissi gelişir. Ölüme yakm durumlarda korku yerini huzura bırakabilir. Buna yaşanmış bir olayla örnek vermek istiyoruz: Susan isimli bir hasta, kan ve kemik kanserine yakalanmıştı ve er geç ölecekti. Fakat tedavi gördükten sonra kendisinde dikkat çekici değişimler meydana geldi. Acımasız ve kederli kişiliği sevecen ve iyi niyetli bir hale dönüşmüştü. Saçlarının tekrar uzamaya başlaması ve beklenenden dört ay daha fazla yaşaması gibi fiziksel gelişmeler de olmuştu; ancak en büyük ilerleme onun davranışlarındaydı. Neşeli, pozitif bir halde,Tanrı'yla bütünleşme hisleri içerisinde öldü.
O kadar aşırı olmayan olaylarda hastalar, tedavinin fiziksel düzeyden daha süptil düzeylerde etkili olduğunu kabul etmeyebilirler. Fakat solunurnun sakinleştiğini, uykularının düzene girdiğini, günlük beslenmelerinin değiştiğini, eskisi kadar kolay sinirlenmediklerini fark etmezler. Hep, anında oluşan fiziksel gelişmeler bekliyoruz ve böylece diğer değişikliklere tedavinin doğrudan sonuçları kadar önem vermiyoruz.
Sınırlamalara Paydos
Davranış ve beklentilerimize bakarak düşüncenin gücünü görmeye başlayabiliriz. Düşünceler, eylemlerin öncüsüdür. "İsteyin, alacaksınız." Bir tedavi isteği sırasında, içeriye doğru açılır ve hastalığımızın sebeplerinden kurtulmak için niyetimizi belirtiriz. Bu, içsel düzeyde bir şeyler alabileceğimiz bir teslim oluştur. Eğer istekte bulunmazsak, kapalı kalır ve kendi sınırlandırmalarımız tarafından sıkıştırılırız. İstemek, almanın gerçekleşmesini sağlar.
Herhangi bir yerde uyumsuzluk hali yaratan bir enerji dengesizliği varsa şifa buna yardımcı olabilir. Aynı şekilde evlilik ya da insanlarla ilişkilerimize ait sorunlar (boşanmalardan kaçınılması, ailelerin yeniden birleşmesi) alkol ya da uyuşturucu bağımlılığı (hastalarda bir kliniktekine benzer şekilde, bağımlılığın azalması semptomları görülebilir), şizofreni, epilepsi, depresyon, duygusal ya da psikolojik travmalar gibi zihinsel rahatsızlıklar (sinirsel enerjileri dengeleyerek) ya da insana ıstırap veren binlerce fiziksel şikayetten herhangi biri gibi pek çok hastalıklar şifa yoluyla iyileştirilebilir.
Kanser, zihinsel özür, romatizma, mahtipıl sıkleroz vb. gibi onulmaz kabul edilen belirli durumlar vardır. Bu, aslında tutucu tıbbın yetersizliğinden ve o hastalıkları bu şekilde etiketlernesinden dolayıdır. Fakat hayatın olduğu her yerde değişim olabilir. Hiçbir şey mutlak olarak aynı kalamaz. Bedenimizdeki hücreler sürekli ölür ve yenilenir. Böylece dönüşüm için daima fırsat mevcut olur. Bizim kendimize empoze ettiklerimizden başka hiçbir sınırlandırma'yoktur. Eğer iyileşebileceğimize yürekten inanırsak iyilesiriz. Düşünce tavrımız, hücresel yapımızı sandığımızdan çok daha fazla etkiler.
Hastalık, sıkışmış ya da sarsıntıya uğramış bir enerji halidir; sağlık ise serbest ve sakin bir enerji halini ifade eder. Aradaki fark açıktır ve eğer uygun olduğunu hissedersek hastalanmıza bunu ifade ederek yardımcı olabiliriz. Böylece bize ıstırap verebilecek dertler, pozitif bir ışık altında görülebilir. Artık hastalıklarımıza sabırla tahammül etmek durumunda değiliz. Enerjinin nerede ya da nasıl sıkışmış hale geldiğini gözleyerek, davranışlarımızın altında yatan unsurlan görerek ve daha huzurlu bir zihin hali geliştirerek kendimize yardımcı olmak için bir şeyler yapabiliriz. Neden hasta olduğumu zu bir görmeye başladık mı iyileşme yolu açılacaktır. Hastalık, hangi seviyede ve hangi derecede olursa olsun, olabilecek en olumlu şeydir. Çünki bize gelişim imkanı sunar.
Nüksetme
Stres ya da fiziksel sorunların nedeni çok derinlerde kök salmış sa o zaman tedaviden bir süre sonra -iyileşmiş gibi görünmesi ne rağmen- sorun tekrar ortaya çıkabilir. Bu, davranışlarımız nedeniyledir. Enerji serbest hale gelmiş, iyileşme gerçekleşmiş, fakat stresin tekrarlanması sorunu tekrar yaşatmıştır. Bu, şartları yineleyecek bir korku -onları yeniden yaratacak kadar büyük bir korku- yoluyla ya da o olmadan kayıp hissi duyulacak kadar kökleşmiş şartlar bulunduğunda olabilir. Hasta olma korkusuyla yaşayan ve bu yüzden sık sık hastalanan kişilere pek çok kez rastlamışızdır. Korku daima stres yaratır, stres ise hastalığa öncülük eder.
Her ne kadar bir tedavi etkili olabilse de, sonuçta sadece bir araçtır. Hasta, iyileşme sürecini kendi kendine meydana getirmek zorundadır. Fiziksel şartların iyileştirilmesi ve kendini iyi hissetmek resmin tümü değildir. Sağlığın normal ve doğal bir hale gelmesi için davranışlarımızı ve yaşam biçimimizi değiştirmek zorundayız. Sağlığın ve canlılığın sürdürulmesi tüm varlığımızla pozitif bir yaklaşım içerisinde olmamıza -lafla değil gerçekten- bağlıdır. Stres, yüzeysel düşüncelerimiz kadar varlığımızın daha derin, daha süptil yönleri tarafından da etkilenir. İçimizin derinliklerinde hala şüphe ve endişe pusuya yatmış beklerken, son derece pozitif davranabilir hatta düşünebiliriz!
Sağlıklı durumda olmak, büyük dürüstlük ister. İçsel korkularımızı kabullenmez ve her şey yolundaymış gibi yaparsak bunun acısını çekecek tek kişi biziz. Böyle olması gayet doğaldır, çünki pek azımız kendisini endişeli, suçlu ya da korkmuş bir şekilde göstermek ister. Herkesin bizi güçlü, sevecen ve güvenilir bir insan olarak görmesini ister ve kendimizi böyle inandırırız. Tekrar hastalandığımızda ise bedenimiz bize bu aldatmacayı hatırlatmaktadır. Davranış kalıplarımız, altlarında yatan anlamın ne olduğunu görünceye kadar, yaşamımızda kendilerini sürekli bir biçimde tekrarlayıp dururlar. Pek çoğumuz buna aşinayızdır. Kendimizi, felaketle sonuçlanan bir ilişkiden diğerine koşarken; her yıl düzenli olarak aynı zamanda hasta olurken; sürekli ev taşırken; belirli olayları izleyerek oluşan baş ağrıları içerisinde ya da bizi gerçek anlamda değiştirecek hiçbir şey bulamayacağımız pek çok terapistin kapısını aşmdırırken görebiliriz .. İçsel değişikliğeaçık olmadan göreceğimiz- herhangi bir tür tedavi de (tutucu ya da alternatif) aynı şekilde sonuçlanacaktır. Hiç kimse bizi hasta edemeyeceği gibi kurtaramaz da.
Çağdaş insan hastalıklar karşısında şaşkına dönmüş durumdadır. Baş ağrıları, soğuk algınlığı, kabızlık hatta kansere bile o kadar alıştık ki bu türden rahatsızlıkların gerçekten ender olaylar olması gerektiğini unuttuk.Yine hastalık, yaşantımıza o denli derinden kök salmıştır ki, çok hatalı bir şekilde onu normal karşılar durumdayız. Pek çok operasyonlar geçiriyor, büyük miktarlarda ilaç tüketiyoruz, Ve öyle ki sağlık durumumuz sosyal tartışmaların ana konusu haline gelmiştir. Fiziksel sorunlardan, bizimle pek ilgisi yokmuş gibi ve neredeyse bize başkaları tarafından empoze edilmiş şeyler gibi bahsediyoruz. Bedensel güçlüklerimizi istenmeyen bir mal gibi taşıyor, yine de onlardan kurtulmayı istemiyoruz. Hastalıklarla öylesine içli dışlı olduk ki onlarsız hayat, doktora gitmeden, reçeteyazdırmadan, şikayet edecek bir şeyimiz olmadan yaşamak bizi telaşa düşürüyor. Ulaştığımız noktada içgüdü ve sezgilerimizle olan temasımızı bütünüyle kaybetmiş ve hastalıkların Tanrı'nın buyruğu olduğuna inanacak, kontrolumüzün dışında olduğunu kabul edecek bir duruma gelmiş vaziyetteyiz. Sağlık, yalnızcajiyi bir kadere sahip görürken şanslı birkaç kişinin elindedir. Onlar acı çeken geri kalanlarımız gibi değillerdir!
Her ne kadar meselenin üzücülüğü meydandaysa da daha acı gerçek, sağlık ya da hastalıkla davranışlarımız ve hayat tarzımız arasındaki ilişkinin bilinip uygulanmasındaki kavrayış eksikliğinin görülmesidir. Zihin ve bedenin karşılıklı olarak birbirlerini etkilediklerini kabul etmediğimiz için ileriye doğru adım atamıyoruz. Sonuçta biz kendi bedenimiziz. Başka birisinin bedeni değiliz ve kendi bedenimizden ayrı değiliz. Beden vasıtasıyla kendimizi ifade ediyor ve çevremizdeki dünya ile ilişki kuruyoruz. Bedenimiz, bizim ifade aracımız olduğuna göre, neysek onu ifade edecektir. Bedenimiz hastaysa, bir parçamız hasta demektir. Hasta olmak bizden ayrı birşey değildir. Hastalık, varlığımızdaki bir dengesizliğin dışa vurumudur.
Zihnimizi mikroskobun altına koyamadığımız için onun yerine hücrelerimizi yerleştirdik ve sadece beden üzerindeodaklanarak zihin ve beden arasındaki bütünsel ilişkiyle olan temasımızı yitirdik. Örneğin, iletişim kurma, "içimizi dökme" ihtiyacı ile öksürüğümüz arasında bağlantı kuramıyoruz. Onun yerine öksürük şurubu alarak içsel çatışmamızı bastırıyoruz. Gerginlik ve omuzlarımızdaki yük hissini,içimizde uzun süre tuttuğumuz suçlulukla birleştiremiyoruz.
Bunun yerine zamanla, omuzlar bükülüyor ve sorunlanmıza geri dönüyoruz. Ve suç aynen kalıyor. Ya dakabızlığı, işleri oluruna bırakmaktaki yetersiz1iğimize veya doğal olmayışımıza bağlayamıyoruz. Bir müshil alıyor ve sabitleşmiş davranış kalıplarımız içinde yaşamaya devam ediyoruz , sonuçta direncimizi kaybedip hasta oluncaya kadar, korku veya endişe bizitüketip, canlıhkve enerjimizi yok ediyor.
Zihin ve beden arasindaki ilişki, aslında öylesine bütünleşmiştir ki, psikolojik ya da duygusal sebepleri bulunamayacak hemen hemen hiçbir hastalık yoktur. Bedenin farklı bölgeleri farklı psikolojik durumları yansıtır ve tüm varlığıınızı kapsayan sürekli bir enformasyon değiş tokuşu vardır:
Bugün hastalıkların zihinden kaynaklandığı konusunda tüm şifa uzmanlan birleşmektedirler. Fakat aynı zamanda zihnin pek çok seviyelerden oluştuğunu da hatırlamak gerekir. Bedenimizde her birinin kendi özel fonksiyonu olan farklı bölgelerden düşünüp hissettiğimiz fikrine dönersek, bunu anlamak kolaylaşır. Düşünce olarak verdiğimiz daima o anda bedenimizde sıktığımız bölgeye geri dönüp yerleşecektir. O an hep bizimle yaşar; nitekim biz onu yargılanmızda, korkularımızda, illüzyonlarımızda hapseder ve özgür olamayız."
Hastalıklar günden güne artmaktadır, çünki yaşamımız giderek artan baskılar tarafından eş zamanlı olarak tehdit edilmektedir. Stres hastalığı azdıran en temel faktördür. Asabilik, öfke, endişe, ümitsizlik, korku, şok, hayal kırıklığı, kuruntu, keder, suçluluk, kin, nefret, depresyon, kararsızlık, baskı, yalnızlık, üzüntü, obsesyon, darılma, gürültü vs. gibi haller stres e sebep olur. Stres içsel gerilim oluşuncaya, kaslar sıkışıncaya kadar birikir. Sıkışmış kaslar kan akışını ve sinirlerin fonksiyonunu etkiler. Bunlar da sırayla salgı bezlerini etkilerler. Tüm fiziksel yapımızın düzenli bir biçimde çalışması, dolaşım, sinir ve hormonal sistemlerin işlevlerini uygun şekilde yerine getirmelerine bağlıdır. Bu düzen bozulmaya başladığında, fiziksel rahatsızlıklar baş gösterır.
Eğer stresin sebeplerini bulabilir, gevşemeyi geliştirebilir, zihni sakinleştirebilir ve iç huzur duygusunu keşfedebilirsek, o zaman kaslar rahatlatılabilir: Böylece sıkışmış damarlar ve sinirler serbest kalarak yeniden düzenli bir şekilde iş görürler. Salgı bezleri ve organlar öz gıdalarla yeniden beslenir ve sonuçta fiziksel iyileşme başlayabilir.
Hayal kırıklığı, öfke ya da suçluluk gibi duyguları mikroskobun altına koyamayacağımıza göre, tutucu tıp arızalı organ ve dokuları rahatlatmak ya da yatıştırıcılar ve anti depresanlar vermek suretiyle yardım etmeye çalışmaktadır. Bu aynen, tekrar olmayacağı umuduyla duvardaki bir çatlağı sıvamaya benzer. Sorunun gerçek sebebini halletmez. Sağlığın doğal bir şekilde meydana gelmesi için yapılan daha derin seviyede iyileştirme; stresi, stresin sebeplerini. ve meydana getirmiş olduğu etkileri ortadan kaldırmak demektir. Açıkçası tıp uzmanları ile şifacılar arasında oluşacak yakın irtibat, hepimiz için yararlı olabilir. İnsan yalnızca fizik beden değildir, sadece zihin olmadığı gibi. Varlığının tüm yönleri -zihinsel, duygusal, fiziksel ve spiritüel- bütünün sağlığı ile yakından ilgilidir.
Burada doğal şifa ile tutucu tıp arasındaki bir başka farkı. işaret etmek enteresan olacaktır: Bir doktor, hastasının rahatsızlığını anlatmasını isteyerek onu dirileyecek ve daha sonra insan bedeni hakkındaki bilgisine dayanarak sorunu teşhis edebilecektir. Oysa bir şifacı, hastalık ya da arızalı bölge hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmadan sadece enerjiyi gönderecek ve bedene giren ruhsal enerji doğal bir biçimde zayıı bölgelere ulaşacaktır. Eğer işin içinde teşhis olsaydı, tedavi sorun üzerinde yoğunlaşacak ve sorunun esas sebebine derinlemesine temas edilmeyebilecekti. Semptomları teşhis etmemekle enerjiye, müdahalemiz olmadan çalışması için izin vermiş oluruz. İşleyen sürece güvenip sadece bir aracı rolü oynadığımızı kabulederiz. Böylece kişisel benliğimizi en az derecede işin içine katmakla daha etkili ve kapsamlı bir iyileşme elde ederiz.
Tutucu tıp şüphesiz bize yardım etmekte ve zaman zaman gerekli de olmaktadır. Ancak gerçek sebebi gidermeden, hastalığı sağlığa çevirmek ve daha derin iyileşme mümkün değildir. Bu şekilde enerji ve dürtü sağlandığında beden bütünüyle sağlığını yeniden kazanma yeteneğine sahiptir. Fakat meydana getirdiğimiz ve beslediğimiz mantal ve duygusal haller bu süreci engeller. Kendimizi tekrar bu tür bir tavırlanma ve bu tavrın sağlığımız üzerinde meydana getirdiği etkiler içerisinde buluveririz. Elbette hasta olmayı istemeyiz. O halde kimse bizi hasta edemez; hastalık yalnızca içimizden gelir. Şu gerçeği kabul etmeliyiz ki bunu maksatlı olarak yapmıyor olabiliriz; fakat her şeye rağmen sebep bizdedir.
Yaşamımızdaki dışsal stresleriri fark edilmesi nispeten kolaydır. Fakat stres yüklü düşünce formlarının fark edilmesi -kökleşmiş davranışlarımızın farkında olmadığımız için- o kadar kolay değildir. Farkında olsaydık, hiç birimiz aslında ıstırap çekmekten hoşlanmadı ğımız için onları sürdürmemiz de mümkün olmazdı. Aslında hastalık, kendimize karşı ne kadar sorumsuz olduğumuzu görmek ve kendimizi koruma ve sevme sorumluluğunu tekrar kazanmak için gerçek bir uyarı veren harika bir fırsattır. "Şifa, Yaradanımızla başlangıçta olduğu gibi bir olmak için 'bütünleşmek' demektir. İncil'deki 'günahlarımızdan kurtulup şifaya kavuşmak' sözüyle anlatılan budur. Günah; gerçekten sadece bir eksikliktir. bilgi eksikliği, uyku hali ve ihmaldir. Bu hayattan ötealeme böyle bir hal içinde geçseydik çok yazık olurdu."
Gevşeme (yoga ve t'ai chi ch'uan gibi teknikler yoluyla ve meditasyon Doğu'da günlük yaşamın olağan ve bütünleyici bir parçası olarak kabul edilir. Batı'da kolayca vazgeçilmemesine rağmen bu tür uygulamalar "uç" olarak nitelenir. Bizler Batı'da stres ve kanserden tutun, kalp hastalıkları, ülser, depresyon ve zihinsel dengesizliğe kadar varan pek çok hastalıktan mustarip durumdayız. Batı'ya 1960'larda gelen Doğu tradisyonları bizim için büyük bir lütuf olarak kabul edilmelidir. Gevşemeyi öğrenmezsek yaşadığımız stresler yakın zamanda büyük hasarlara yol açacaktır.
Zihin, alıcılık ve araştırıcılık haline yükseltilebilirse, o zaman ilerleme kaydedilebilir. Tedaviye gelme eylemi ilk adımdır. Bu, değişimin ortaya çıkması için bir arzunun belirtisidir. Fakat stresin sebepleri çok derin ve bizi çeşitli yönlerden etkiler vaziyette olabilir. Bu yüz den tedavi ile birlikte, bu içsel düşünce formlarının yüzeye çıkartılması ve tanınması için bir danışma gerekebilir. Bu çalışma, çözümsüz kalan sorunlar yüzünden hastalığın tekrarlamasını önler. Diğer yöntemlerle birlikte uygulanan karışık tedaviler (danışmanlık, psikoterapi, akupunktur. osteopati hatta tutucu tıp) fevkalade makbuldür. Amacımız uyum halinin yakalanmasıdır. Araçlar çeşitli olabilir. Hiçbir yol diğerinden daha iyi ya da daha kötü değildir. Hepsi farklıyönlerden iş görür ve birlikte çalışarak bir bütünü oluştururlar.
Beklentiler
Kendi hastalıklarımızı kendimizin yarattığını kabul edebilme yeteneği, bir şifa tedavisinden neler beklediğimizi gösterir. Pek çok kimse bir mucize beklentisiyle gelir ve bir celsede iyileşemeyince hayal kırıklığına uğramış ve incinmiş bir şekilde gider. Bu tür insanlar mucizevi bir tedaviyi bulmak için büyük miktarda para ve zaman harcayıp, kendi içlerine bakmak için hemen hemen hiç zaman harcamayan insanlardır. Böyle bir durumda şifacı ne yaparsa yapsın hiçbir şey olmaz ve hastalık sürer. Alınan herhangi bir tedavi biçimi bize yalnızca yardım edebilir; iyileşme'yi sağlayamaz. Aynı zamanda bizim de sonuca ulaşmak, huzur halinin içimize işlemesineizin vermek, sağlığımız için sorumluluk duymaya açık olmak ve iç huzurumuzu sürdürmeye çalışmak için istekli olmamız gerekmektedir.
Şifanın en ilginç yönlerinden biri sorunun içsel sebebinin ne olduğunun çoğunlukla hasta tarafından bilinmeyecek olmasıdır (zaten şuurlu olarak bunu bilmesine gerek yoktur). Sorun görünürde şuursuz, daha derin bir düzeyde çözülür, Hasta belki de kolunda hissettiği bir ağrı sebebiyle tedavi için gelebilir. Uygulanan tedavi yoluyla ağrı hafifler ve sonuçta hasta gerilimden, endişeden ve hastalık korkusundan kurtulduğunu hissederek sakinleşir. Aslında ağrıya sebep olan stres, ağrı çekmekten duyulan stresten kurtulmakla kaybolur.
İlk tedavide genellikle sinir sistemini rahatlatan, zihinsel ve duygusal hallerimiz arasında bir dengelenme oluşturan, gevşeme, canhlık ve kanın temizlenmesini sağlayan bir enerjinin içimize aktığını hissederiz. Kaslar, dokular, lifler ve kemikler beslenir ve temizlertir. Bir sonraki celsede enerjinin daha derinlere işleyerek direkt olarak soruna yöneldiği görülür. İlk aşamada sağlanan sakinlik ve huzurla beden, iyileşme sürecini başlatmaya hazır hale gelecektir.
Bu söylenenler elbette mucizevi iyileşmeleriri olamayacağı anlamına gelmez. (Burada bir celsede aniden iyileşmeyi kastediyoruz.) Bu durum; genellikle hasta ilerlemeye gerçekten hazır olduğunda, içsel stresIerinden kurtulmuş olduğunda ve geriye sadece düzeltilmesi gereken küçük bir fiziksel dengesizlik kaldığında gerçekleşebilir. Böyle bir duruma tanık olmak gerçekten çok güzeldir. Ancak bu çok ender olur ve ne yazık ki şifacının çevresinde (medyanın da körüklemesiyle) kendilerinin de böyle mucizevi bir şekilde iyileşeceğini uman insanlar toplanır. Ve sonuçta hüsrana uğrarlar.
Deneyimler bize, böyle anı iyileşmeler olabilse de şifanın akümülatif bir süreç olduğunu öğretmiştir. Bedendeki rahatsızlık. 'çabucak iyileştirilebilen basit bir baş ağrısı olarak kendisini gösterebilir. Fakat daha sık olarak derinde yatan iç çatışmalar biçiminde ortaya çıkar.
Fiziksel iyileşmenin gerçekleşebilmesi için bu çatışmaların dengelenmesi gerekecektir. Eğer hastalık ilerlemiş ve şiddetli hasarlara yol açmış ise her zaman tam bir iyileşme sağlanamayabilir. Bununla beraber sağlık durumumuzun temelini davranışlarımız oluşturduğunagöre şifa, psikolojik ve zihinsel hallerimize değerli bir yardım ve enerji sunabilecektir. Davranışlarımızdeğiştiğinde genel bir mutluluk hissi gelişir. Ölüme yakm durumlarda korku yerini huzura bırakabilir. Buna yaşanmış bir olayla örnek vermek istiyoruz: Susan isimli bir hasta, kan ve kemik kanserine yakalanmıştı ve er geç ölecekti. Fakat tedavi gördükten sonra kendisinde dikkat çekici değişimler meydana geldi. Acımasız ve kederli kişiliği sevecen ve iyi niyetli bir hale dönüşmüştü. Saçlarının tekrar uzamaya başlaması ve beklenenden dört ay daha fazla yaşaması gibi fiziksel gelişmeler de olmuştu; ancak en büyük ilerleme onun davranışlarındaydı. Neşeli, pozitif bir halde,Tanrı'yla bütünleşme hisleri içerisinde öldü.
O kadar aşırı olmayan olaylarda hastalar, tedavinin fiziksel düzeyden daha süptil düzeylerde etkili olduğunu kabul etmeyebilirler. Fakat solunurnun sakinleştiğini, uykularının düzene girdiğini, günlük beslenmelerinin değiştiğini, eskisi kadar kolay sinirlenmediklerini fark etmezler. Hep, anında oluşan fiziksel gelişmeler bekliyoruz ve böylece diğer değişikliklere tedavinin doğrudan sonuçları kadar önem vermiyoruz.
Sınırlamalara Paydos
Davranış ve beklentilerimize bakarak düşüncenin gücünü görmeye başlayabiliriz. Düşünceler, eylemlerin öncüsüdür. "İsteyin, alacaksınız." Bir tedavi isteği sırasında, içeriye doğru açılır ve hastalığımızın sebeplerinden kurtulmak için niyetimizi belirtiriz. Bu, içsel düzeyde bir şeyler alabileceğimiz bir teslim oluştur. Eğer istekte bulunmazsak, kapalı kalır ve kendi sınırlandırmalarımız tarafından sıkıştırılırız. İstemek, almanın gerçekleşmesini sağlar.
Herhangi bir yerde uyumsuzluk hali yaratan bir enerji dengesizliği varsa şifa buna yardımcı olabilir. Aynı şekilde evlilik ya da insanlarla ilişkilerimize ait sorunlar (boşanmalardan kaçınılması, ailelerin yeniden birleşmesi) alkol ya da uyuşturucu bağımlılığı (hastalarda bir kliniktekine benzer şekilde, bağımlılığın azalması semptomları görülebilir), şizofreni, epilepsi, depresyon, duygusal ya da psikolojik travmalar gibi zihinsel rahatsızlıklar (sinirsel enerjileri dengeleyerek) ya da insana ıstırap veren binlerce fiziksel şikayetten herhangi biri gibi pek çok hastalıklar şifa yoluyla iyileştirilebilir.
Kanser, zihinsel özür, romatizma, mahtipıl sıkleroz vb. gibi onulmaz kabul edilen belirli durumlar vardır. Bu, aslında tutucu tıbbın yetersizliğinden ve o hastalıkları bu şekilde etiketlernesinden dolayıdır. Fakat hayatın olduğu her yerde değişim olabilir. Hiçbir şey mutlak olarak aynı kalamaz. Bedenimizdeki hücreler sürekli ölür ve yenilenir. Böylece dönüşüm için daima fırsat mevcut olur. Bizim kendimize empoze ettiklerimizden başka hiçbir sınırlandırma'yoktur. Eğer iyileşebileceğimize yürekten inanırsak iyilesiriz. Düşünce tavrımız, hücresel yapımızı sandığımızdan çok daha fazla etkiler.
Hastalık, sıkışmış ya da sarsıntıya uğramış bir enerji halidir; sağlık ise serbest ve sakin bir enerji halini ifade eder. Aradaki fark açıktır ve eğer uygun olduğunu hissedersek hastalanmıza bunu ifade ederek yardımcı olabiliriz. Böylece bize ıstırap verebilecek dertler, pozitif bir ışık altında görülebilir. Artık hastalıklarımıza sabırla tahammül etmek durumunda değiliz. Enerjinin nerede ya da nasıl sıkışmış hale geldiğini gözleyerek, davranışlarımızın altında yatan unsurlan görerek ve daha huzurlu bir zihin hali geliştirerek kendimize yardımcı olmak için bir şeyler yapabiliriz. Neden hasta olduğumu zu bir görmeye başladık mı iyileşme yolu açılacaktır. Hastalık, hangi seviyede ve hangi derecede olursa olsun, olabilecek en olumlu şeydir. Çünki bize gelişim imkanı sunar.
Nüksetme
Stres ya da fiziksel sorunların nedeni çok derinlerde kök salmış sa o zaman tedaviden bir süre sonra -iyileşmiş gibi görünmesi ne rağmen- sorun tekrar ortaya çıkabilir. Bu, davranışlarımız nedeniyledir. Enerji serbest hale gelmiş, iyileşme gerçekleşmiş, fakat stresin tekrarlanması sorunu tekrar yaşatmıştır. Bu, şartları yineleyecek bir korku -onları yeniden yaratacak kadar büyük bir korku- yoluyla ya da o olmadan kayıp hissi duyulacak kadar kökleşmiş şartlar bulunduğunda olabilir. Hasta olma korkusuyla yaşayan ve bu yüzden sık sık hastalanan kişilere pek çok kez rastlamışızdır. Korku daima stres yaratır, stres ise hastalığa öncülük eder.
Her ne kadar bir tedavi etkili olabilse de, sonuçta sadece bir araçtır. Hasta, iyileşme sürecini kendi kendine meydana getirmek zorundadır. Fiziksel şartların iyileştirilmesi ve kendini iyi hissetmek resmin tümü değildir. Sağlığın normal ve doğal bir hale gelmesi için davranışlarımızı ve yaşam biçimimizi değiştirmek zorundayız. Sağlığın ve canlılığın sürdürulmesi tüm varlığımızla pozitif bir yaklaşım içerisinde olmamıza -lafla değil gerçekten- bağlıdır. Stres, yüzeysel düşüncelerimiz kadar varlığımızın daha derin, daha süptil yönleri tarafından da etkilenir. İçimizin derinliklerinde hala şüphe ve endişe pusuya yatmış beklerken, son derece pozitif davranabilir hatta düşünebiliriz!
Sağlıklı durumda olmak, büyük dürüstlük ister. İçsel korkularımızı kabullenmez ve her şey yolundaymış gibi yaparsak bunun acısını çekecek tek kişi biziz. Böyle olması gayet doğaldır, çünki pek azımız kendisini endişeli, suçlu ya da korkmuş bir şekilde göstermek ister. Herkesin bizi güçlü, sevecen ve güvenilir bir insan olarak görmesini ister ve kendimizi böyle inandırırız. Tekrar hastalandığımızda ise bedenimiz bize bu aldatmacayı hatırlatmaktadır. Davranış kalıplarımız, altlarında yatan anlamın ne olduğunu görünceye kadar, yaşamımızda kendilerini sürekli bir biçimde tekrarlayıp dururlar. Pek çoğumuz buna aşinayızdır. Kendimizi, felaketle sonuçlanan bir ilişkiden diğerine koşarken; her yıl düzenli olarak aynı zamanda hasta olurken; sürekli ev taşırken; belirli olayları izleyerek oluşan baş ağrıları içerisinde ya da bizi gerçek anlamda değiştirecek hiçbir şey bulamayacağımız pek çok terapistin kapısını aşmdırırken görebiliriz .. İçsel değişikliğeaçık olmadan göreceğimiz- herhangi bir tür tedavi de (tutucu ya da alternatif) aynı şekilde sonuçlanacaktır. Hiç kimse bizi hasta edemeyeceği gibi kurtaramaz da.