BİLİNÇ BULANIKLIĞI-YORGUNLUK-SİNİRSEL GERGİNLİK çözüm merkezi

BİLİNÇ BULANIKLIĞI-YORGUNLUK-SİNİRSEL GERGİNLİK

SİNİR SİSTEMİNİN BÖLÜMLERİ: 

Sinir Sistemi, merkezi ve çevresel olmak üzere iki ana bölüme ayrılmıştır. Sözünü ettiğimiz Bu bölümlerin her biri, kendi içinde daha alt yapılara ayrılmaktadır. Sinir sisteminin her bölümü farklı görevler üstlenmiştir. Bu görevlerin neler olduğu ilgili bölümlerde açıklanmaktadır.
Aşağıda sinir sistemini oluşturan ana bölümlerverilmektedir.

  • 1) Merkezi sinir sistemi

  • A) Beyin (ansefalon)

  • 1} Prozansefalon

  •  a Beyin yarıküreleri

  • b) Diansefalon 

  • 2] Mezansefalon (ortabeyin

  • 3} Rpmbansefalon 

  • a) Pons

  • b) Medulla oblongata

  • c) Serebellum (beyincik)

  • Beyin, beyincik, omurilik ve omurilik kökleri

  • B Omurilik

  • 2) Çevresel (periferik) sinir sistemi

  • A} Otonom sinir sistemi

  • 1) Sempatik sinir sistemi

  • 2) Perasempatik sinir sistemi. 

  • B) Beyin ve omurilik sinir lifleri

SİNİR HÜCRESİ (NÖRON): Sinir hücresi, işte sayısız gizlemle dolu olan bir hücredir. Sinir sistemini henüz balta girmemiş, keşfedilmemiş bir Afrika ormanına benzetirsek, bu bilinmezliğin en önemli nedeninin henüz yeterince, tanınmamış, çözümlenmemiş olan siniı hücresi olduğunu söyleyebiliriz. Sinir hücresi de diğer hücrelerde olduğu gibi, bir hücre gövdesine ve bu gövdeyi
saran bir hücre zarına sahiptir. Sinir hücresinden
 Nörit denilen uzantılar kaynaklanır. Bu uzantıların kısa ve ağaç gibi dallanmış olanlarına Dendrit denir. Dendritler çok sayıdadırlar ve diğer sinir hücrelerinde doğmuş olan sinirsel-biypelektriksel uyarıları algılarlar. Aksonlar da sinir hücresindeki uyarıları diğer sinir hücrelerine, kaslara ve bazı salgı bezlerine iletirler. Aksonlar hücre zarının uzantısı olan ve Aksolemma denilen zarla sarılmışlardır. Aksonun içinde bulunan plazmaya aksoplazma denir. Aksonlar, uçlarında birkaç dala ayrılırlar. Bunlara Aksonal terminal denir. Bu uçlarda Buton denilen küçük şişkinlikler bulunur. Butonlar, aksonların sinirsel uyarıları diğer sinir hücrelerine, kaslara ve salgı bezlerine ilettikleri bölgelerdir.


Aksonlarla, diğer sinir hücreleri arasında sinirsel-biyoelektriksel uyarıların iletilmesi Sinaps denilen özel bölgelerde gerçekleşir. Sinapslar, bir aksonun başlangıç bölgesi arasında gerçekleşebilir. Aksonların ucunda nörot-ransmitır denilen bazı özel maddeler salgılanır. Sinaps bölgesindeki aksonun ucundan salgılanan bu maddeler, iletimin gerçekleşeceği diğer sinir hücresinin sinaps bölgesindeki hücre, akson ya da dendrit zarında bazı biyoelektriksel değişiklikler yaratarak, uyarının iletilmesini sağlarlar. Sinir hücrelerinin gövdesinde hücre çekirdeğinin çevresinde Nissle cisimleri denilen bazı cisimcikler bulumır.Çevresel sinir sistemini oluşturan sinir lifleri, sinir hücrelerinin uzantılarından kurulmuştur. Bu uzantılar, Mielin denilen bir kılıf ile sarılmışlardır. Sinir hücresinin gövdesi, ise mielin ile sarılmamıştır. Sinir sisteminde sinir hücrelerinin gövdelerini içeren bölgeler gri renkte görülür: Örneğin beyin kabuğu (korteks) ve omuriliğin orta bölümlerinde olduğu gibi.

SİNİR SİSTEMİNİN MİKROSKOBİK YAPISI:

Sinir sistemi anatomik olarak başlıca iki bölümden kurulmuştur. Bunlardan birincisine Merkezi sinir sistemi denir. Beyin ve omurilik, merkezi sinir sistemini oluşturan iki öğedir. İkincisine de, Çevresel sinir sistemi(periferik sinir sistemi) denir. Beyin ve omurilikten kaynaklanan sinir lifleri, çevresel sinir sistemini oluştururlar.

Sinir sisteminde başlıca iki grup hücre bulunur.

1) Sinir hücreleri (nöronlar)

2) Nöroglia, epandim ve Schwann hücreleri. Sinir hücreleri, sinirsel-biyoelektriksel uyarıları yaratma ve iletme özelliğine sahiptirler. Nöroglia, epandim Ve Schwann hücreleri ise herhangi bir sinirsel uyarı yaratma ve iletme özelliğine sahip değillerdir. Schwann hücreleri, çevresel sinir sisteminin yapısına girmişlerdir.
 MEZANSEFALON (ORTA BEYİN): Mezanse-falon insan beyninin en ufak parçasıdır. Dianse-falonun altına, ponsun da üstüne rastlamaktadır. İçinden Akueduktus serebri bir kanal geçer. Bu kanal üçüncü ventrikülü dördüncü ventriküle bağlar. Mezansefalonun yatay kesitinde önde kalan bölüme Pedinkulus serebri arkada kalan bölüme Korpora kuadri gemini denilmektedir.

DİANSEFALON (ARA BEYİN): Diansefalon, beyin yarıkürelerinin arasında bulunur, İçinde talamus, hipotalamus, epitalamus ve üçüncü ventrikül bulunmaktadır

BEYİN YARIKÜRELERİ: Her bir beyin yarıküresi Frontal lop,Parietal lop, Temporal lop ve Oksipital lop olmak üzere dört loptan kurulmuştur. Beyin yarıkürelerine dış yüzden bakıldığında kıvrımlar görülür.Bu kıvrımlara , başlıca iki madde göze çarpar. Bunlar Gri madde ve Beyaz madde dir. Gri madde (substansia grisea) yarıkürelerin en dış bölümünü oluşturan ve Korteks adını alan beynin kabuk bölgesinde ve yarıkürelerin içinde bazı bölgelerde bulunan ve Nukleus kaudatus,Nukleus lentiformis ve Klostrum denilen çekirdeklerde bulunur. Gri madde bölgeleri, sinir hücrelerinin gövdelerini içeren mielinsiz alanlardır. Beyin yarıküreleri içindeki geri kalan alanlar, beyaz maddeyle doludur. Beyaz madde alanlarında sinir hücrelerinin uzantıları yer alır.

SEREBELLUM (BEYİNCİK): Serebellum
yaklaşık olarak 135 gr. ağırlığındadır. Beyin yarıkürelerinin, oksipital lop denilen bölümünün altında, pons ve medulla oblongatanın da arkasında bulunmaktadır. Serebellum dış görünüşüyle ortada Vermişdenilen bir parçayla bunun her iki yanında yer alan serebellar yarıküreler denilen bölümlerden kurulmuştur.

OMURİLİK (MEDULLA SPİNALİS): Omurilik, omur kemiklerinin ortasında bulunan Omur deliklerinin birleşmesi ile oluşan kanalis verteb-ralis denilen kanalın içine yerleşmiştir. Erişkin bir kimsede omuriliğin boyu 40-45 cm., genişliği 1 cm. kadardır.

Omuriliğe yatay bir kesit yapıldığında, ön ve arka yüzünden omuriliğin derinliğine doğru uzanan iki yarıkgörülür. Öndekine Fissura medianus anterior arkadakine de Sulkus medianus posterior denir. Fissura mediana anteriorın biraz dış yan tarafında, bir başka yarığa daha rastlanır.
Sulkus anteriolateralis denilen bu yarıktan Ön kökler denilen sinir lifleri çıkmaktadır. Sulkus medianus posteriorm biraz dış yan tarafında ise başka bir yarık daha bulunmaktadır. Bu yarığa da Sulkus posteriorlateralis denir. Sulkus posteriolateralise Arka kökler denilen sinir lifleri girmektedir. Omuriliğin yatay kesitinin başlıca iki yapıdan kurulduğu görülür; Ortada kabaca H harfine benzeyen gri renkli bir bölge ve bunun dışardan saran beyaz bölge. Gri bölgenin ortasında bulunan küçük delik omuriliğin ortasında ilerleyen kanalis sentralisin kesitidir. Gri maddenin ön dallarına Ön boynuz arka dallarına iseArka boynuz denir. Omuriliğin ön ve arka kökleri, sağ ve solda dış yana doğru biraz ilerledikten sonra birleşirler ve tek bir sinir lifi biçimini alırlar. Arka kökler, ön köklerle birleşmeden önce Ganglion spinale denilen bir şişlik yaparlar. Ganglion spinalenin içinde sinir hücrelerinin gövdeleri bulunmaktadır. Arka kökler duyu ile ilgili sinir liflerini taşırlar. Buradaki sinir lifleri, çevreden aldıkları sinirsel uyarıları omuriliğe taşırlar. Bu uyarılar daha sonra omurilikteki diğer sinir hücreleri aracılığıyla beynin ilgili bölgelerine taşınırlar.

OTONOM SİNİR SİSTEMİ: Sinir sistemi işlev bakımından Beyin-omurilik sistemi ve otonom sinir sistemi olmak üzere iki ana bölümden kurulmuştur. Beyin-omurilik sistemi isteme bağlı olarak çalışmaktadır.Buna karşılık otonom sinir sistemi istem dışı olarak, kendiliğinden çalışmaktadır. Otonom sinir sistemineVeyataf sinir sistemide denilmektedir. Otonom sinir sistemi de işlev bakımından kendi içinde iki bölüme ayrılmıştır. Bunlar Sempatik sinir sistemi ve Parasempatik sinir sistemi dir.

Motor sinir (oynatıcı sinir) lifleri bulunmaktadır.
 

SEMPATİK SİNİR SİSTEMİ:Sempatik sinir sistemi merkezi ve çevresel olmak üzere iki bölümden kurulmuştur. Merkezi bölüm, omuriliği boyunla bel bölgesi arasında uzanan bölümünde bulunan Kolumnaintermediolateral-lisadı verilen omurilik bölümüyle, beyindeki bazı korteks ve korteks altı yapılar tarafından oluşturulmuştur.

Çevresel bölüm de Sempatik ganglionlar Ganglionlar arası dallar ve Ganglionlardan organlara giden sinir liflerinden kurulmuştur. Sempatik ganglionlar, omuriliğin ön yüzünün iki yanında teşbih taneleri gibi sıralanmış şişliklerdir. Bu ganglionlar sempatik sinir sisteminin hücre gövdeleri, uzantıları ve bağdokusundan yapılmıştır. 20-25 çift sempatik ganglion bulunmaktadır. Ganglionları birbirlerine bağlayan yapılara Ganglionlar arası dallar denir. Bunların yapısında sinir lifleri bulunmaktadır. Ganglionlardan çıkıp organlara giden sempatik sinir lifleri ya tek başlarına giderler ya bir atardamarın çevresinde bir ağ oluşturarak giderler ya.da bir başka sinirin lifleri arasına karışarak hedef organa ulaşırlar. Ganglionlarla sempatik.sinir sisteminin merkezi bölümü arasındaki bağlantı, omuriliğin ön kökleri içinde ! seyretmekte olan sempatik sinir lifleri aracılığıyla kurulmaktadır. Bunlara Rami komunikantes{birleştirici dal) denilmektedir. 

BEYİN VE OMURİLİK SİNİR LİFLERİ:
Beyinden çıkan sinir liflerine Kafa sinirleri (kafa çiftleri-kranial sinirler) denir. Omurulikten çıkan sinirlere de Omurilik sinirleri (spinal sinirler) denir.
12 çift kafa siniri bulunmaktadır. Her birinin özel adı olduğu gibi, sıra numaralarıyla da adlandırılabilirler.
1.   kafa siniri   =  Olfaktorius (koku) siniri
2.   kafa siniri   =  Optik sinir
3.   kafa siniri   =  Okulomotor sinir
4.   kafa siniri   =  Troklear sinir
5.   kafa siniri   =  Trigeminus siniri
6.   kafa siniri   =  Abdusens siniri
7.   kafa siniri   =  Fasial sinir
8.   kafa siniri   =  Vestibülokoklear sinir
9.   kafa siniri   =  Glossofarinjikus siniri
10. kafa siniri   =  Vagus siniri
11. kafa siniri   =  Aksesorius siniri
12. kafa siniri   =  Hipoglossus siniri Omuriliğin ön ve arka kökleri biraz dış yan tarafta birbirleriyle birleşerek, omurilik sinirlerini oluştururlar. 31 çift omurilik siniri bulunmaktadır. Bunlardan 8 çifti boyun, 12 çifti göğüs, 5 çifti bel, 5 çifti sakral, 1 çifti ise koksiogal sinirler adını alırlar. Sözünü ettiğimiz bu omurilik sinirleri, biraz dış yan tarafta ön ve arka olmak üzere iki dala ayrılırlar. Arka dallar gövdenin arka bölümünün derisine his, kaslarına motor (oynatıcı) lifler gönderirler. Ön dallar da birbirleriyle birleşerek, sinir pleksesusları denilen birleşik sinir liflerini oluştururlar.

BEYİN ZARLARI (MENİNKSLER): Beyin ve omurilik Meninks denilen üç tabakalı bir beyin zarıyla sarılmıştır. En dıştaki tabakaya Durama-ter ortadakine Arkanoiden içtekine de Pia mater denir.


Pia mater,beyin ve omuriliği en ince girintilerine kadar örer. Araknoid ise girintilerin üstünden atlamaktadır. Araknoid ile pia mater arasında bir boşluk bulunur. Bu boşluğa Subaraknoid aralık denir.Dura mater ile araknoid arasında bir boşluk bulunur. Bu boşluğa da Subdural aralık denir. Dura mater ile kafa iskeletini oluşturan kemikler arasında kalan boşluğa da Epidural aralık adı verilir. 


BEYİN-OMURİIİK SIVISI (LİKÖR SEREB-ROSPİNALE):
Bilindiği gibi yan ventriküllerin, üçüncü ve dördüncü ventriküllerin ve omurilikteki kanalis sentralisin içinde beyin-omurilik sıvısı dolaşmaktadır. Ventriküllerin bazı bölgelerinde pia mater yaprakları sırt sırta vermişler ve Tela korioidea denilen yapıları oluşturmuşlardır. Bu yapıların içinde zengin bir damar ağı bulunmaktadır. Bu damar ağına Pleksus koriodeus denir. Beyin-omurilik sıvısı pleksus korioideuslar da hazırlanıp, ventriküllere salgılanır. Beyin-omurilik sıvısı daha sonra bazı bölgelerde özel deliklerden geçerek Subaraknoid aralığa geçer ve beyin zarlarındaki toplardamar lenf damaları tarafından emilir.Beyin-omurilik sıvısının hacmi 100-150 mi. kadardır.



BİLİNÇ BULANIKLIĞI
Bilinçte ortaya çıkan yetersizlikler ve bozukluklar bilinç bulanıklığı olarak adlandırılır. Bilinci bulanan kişi yer ve zaman duygusunu az ya da çok yitirmiş, gerçekle düşseli ayırt edebilme yeteneğinden yoksun kalmıştır. Bu belirtilere daha sonra var sanılar da eklenince delirium durumu ortaya çıkar. Bilinç bulanıklığı birkaç saatten başlayarak birkaç aya kadar sürebilir. Bilinç bulanıklığı, bilinç durumunu düzenleyen beyin yapılarındaki değişikliklerden kaynaklanır. Belirtiler genellikle birden başlayan baş ağrısı, uykusuzluk, sıkıntı ve taşkınlık biçiminde ortaya çıkar. Bazen bu belirtilere varsanılar, delirium ve zihinsel otomatizma denen istemdışı davranışlar eşlik eder.Bilinç bulanıklığı, özellikle yaşlılarda zihinsel işlevlerin azalması ve bozulması biçiminde ortaya çıkan bunamadan farklıdır. Her olguda bilinç bulanıklığına yol açan organik bozukluklar araştırılmalıdır.

Bilinç bulanıklığı hemen her zaman organik rahatsızlıkların ya da dış etkenlerin bir sonucudur. Bunlar arasında Özellikle çocuklarda ateş yükselmesi, bulaşıcı hastalıklar (septisemi, sıtma, ateşli eklem romatizması, verem, frengi vb), metabolizma bozuklukları (kanda oksijen azlığı, azot ve şeker düzeyinin yükselmesi), hormon kökenli bozukluklar (Graves-Basedovv hastalığı), solunum sistemi hastalıkları, bazı zehirlenmeler (karbon monoksit, bazı sanayi atıkları, alkol bağımlılığı, bazı uyuşturucu maddeler ve ilaçlar), merkez sinir sistemindeki bazı bozukluklar (ensefalit, menenjit, sara, kafa travmaları, tümörler) ve beyin atardamarlarından kaynaklanan hastalıklar (akut durumda inme, kronik durumda damar sertliği) sayılabilir.

Bilinç bulanıklığının gerçek nedenleri saptanamaz. Birçok bilinç bulanıklığı durumunda alınanelektroensefa-lografilerde hiçbir bozukluk görülmez. Ortaya çıkma biçimlerinde farklılıklar bulunmasına karşın, genel belirtiler arasında öncelikle bilinçle ilgili bozukluklar yer alır. Bu belirtiler, uyanıklık durumunun azalmasından (uykuya eğilim) stupor denen uyaranlara karşı tümüyle ilgisiz kalmaya kadar uzanan çeşitli bilinç eksilmelerini kapsar. Stupor durumunda kişi çevresindeki insanları tanıyamaz; yer ve zaman, yani nerede olduğunu, hangi gün, ay ve hatta yılda yaşadığını bilemez.

Bu duruma zihinsel işlevlerin değişik derecelerde bozulması da eklenir: Dikkat azalmıştır, eleştiri ve yoğunlaşma yetenekleri kaybolmuştur, düşünce dağınıktır, yakın geçmiş başta olmak üzere bellek bozuklukları belirgindir. Bazı bilinç bulanıklığı durumlarında çeşitli görsel ve işitsel varsanılar da ortaya çıkar. Hasta bir rüya âleminde yaşadığını sanabilir. Bazen hezeyanlar da oluşur. En çok garip, korkutucu takip edilme hezeyanlarına rastlanır; alkol bağımlısında alkol yoksunluğu sonucu ortaya çıkan titremeli delirium (alkol deliriumu) buna örnektir. Bu durumlarda hasta değişik biçimlerde davranabilir. Bazen kıpırdamadan ve konuşmadan uzaklarda tek bir noktaya bakarak, edilginlik durumuna girer. Tepkilerdeki bu yavaşlama tam bir hareketsizlik durumuna dönüşebilir (stupor tipi). Bazen de hasta aşırı hareketlidir; yerinde duramaz, kaçar, birden saldırgan davranışlar gösterir.


Bilinç Bulanıklığının Gelişimi
Bilinç bulanıklığı, belirtilere yol açan hastalığa ve kişinin özelliklerine bağlı olarak gelişir. Akut, habis deliriumda ya da hiperazotemik akut ensefalitte birden ortaya çıkar ve giderek ağırlaşır; yüksek ateşe ve kanda azotlu maddelerin artmasına (hiperazotemi) yol açarak genellikle ölümle sonuçlanır. Beyni örseleyen bazı hastalıklar, yaşlılardaki damar hastalıkları ve bunamalar bilinç bulanıklığının sürekli yinelenerek ortaya çıkmasına yol açabilir. 

YORGUNLUK
Yorgunluk yerine göre çeşitli biçimlerde betimlenen bir durumdur. Halsizlik, isteksizlik ya da içe kapanma coşku ya da ilgi kaybı, enerji ve girişkenliğin azalması, uyuşukluk, bitkinlik gibi sözcüklerle anlatılır.Yorgun insan genellikle güçsüzlük duyar ve dinlenmek ya da uyumak ister.Uzun süreli bedensel etkinliklerin ya da yoğun bir iş gününün sonunda insanın yorgunluk duyması doğaldır. Yoğun düşünsel zorlanmaları ve şiddetli heyecanları izleyen yorgunluklar da olağandır. Böyle durumlarda yorgunluğun nedeni belirli olduğundan insan genellikle hekime başvurma gereksinimi duymaz.Oysa uzun süreli, yani kronik yorgunluk hiçbir koşulda olağan bir durum değildir. Bazen gerçek bir organik rahatsızlığa bağlı olarak ortaya çıkar, ama genellikle ruhsal kökenlidir ya da en azından ruhsal etkenlerden kaynaklanır.Yorgunluk sürekliyse ve nedenleri saptanamıyorsa kesinlikle göz ardı edilmemesi gereken bir belirtidir. Sinir sistemi astenisi Nevrasteni sözcüğü sinirsel yorgunluk anlamına gelir.Nevrasteninin çok sayıda belirtisi vardır. Başlıca duyusal bozukluklar arasında artkafa bölgesinde baş ağrısı, rahatsız edici duyumlarla birlikte kırıklık, sinir ağrıları (nevralji), gürültülerden korkma, irkilme, baş dönmesi sayılabilir. Başlıca işlevsel bozukluklar sindirim zorluğu ve kabızlık, başlıca kalp-dolaşım sistemi bozuklukları ise düşük tansiyon, kalp ağrıları ve bilinç kaybıdır. Sinirsel-ruhsal bozukluklar arasında da ruhsal çöküntü, bellek ve dikkat zayıflığı, özellikle sabahları yorgun uyanma, irade kaybı (abuli), uykusuzluk ve cinsel etkinlikle ilgili bozukluklar yer alır. Bu kadar çok ve çeşitli belirtinin bir arada görülmesi tablonun iyice karışmasına yol açar.Yorgunluk başlı başına derin araştırmalar gerektiren bir belirti değildir. Ama dikkatle değerlendirilmeli ve izlenmelidir, çünkü bazen önemli hastalıkların belirtisi de olabilir.

Nevrasteni Hastalarına Nasıl Yaklaşılmalı? Akla gelen genellikle hastaya kesin dinlenme önermektir, ama bu öneri yanlıştır. Dinlenme sırasında hastanın düş gücü daha kolay çalışır; hastalık hastalığına kapılma, kendine dönük çözümlemeler yapma, takıntılarla uğraşma, aşın kendini dinleme ve umutsuzluğa düşme olasılığı artar.

MERKEZİ SİNİR (SEMPATİK) SİSTEMİ
İnsan merkezi sinir sistemi, evrende insanın bildiği en karmaşık biyolojik yapılanmadır. Milyarlarca sinir hücresi, bunların aralarındaki trilyonlarca bağlantı ve yardımcı hücreler olarak nitelenen glia hücreleri, sinir sisteminin ana yapısını oluşturur. Bu akıl almaz düzeydeki karmaşık yapı, bu günkü bilgilerimiz ışığında, tüm canlılık olaylarını ve davranışları düzenleyen bir ara-birim olarak görev yapar.


SİNİR SİSTEMİMİZ
Sinir sistemini genel olarak, merkezi ve çevresel (periferik) sinir sistemi olarak iki kısma ayırmaktayız. Çevresel sistem, vücudun her yanından alınan duyu (tat, dokunma, görme, işitme, vücudun pozisyonu, ağrı, ısı, titreşim vb) bilgilerini merkeze taşıyan ve merkezden çıkan emirleri kas veya salgı bezi gibi ilgili yerlere götüren sinir kablolarından oluşur. Yani çevresel sinir sistemini (o kadar basit değilse de) bir veri taşıyıcısı olarak düşünebiliriz. Merkezi sinir sistemi ise, çevresel sinir sisteminden gelen verileri değerlendirip, ürettiği emirler aracılığıyla vücudumuzun yeni durumlara uyum sağlamasına yardımcı olur. 


MERKEZİ SİNİR SİSTEMİNİN GENEL HATLARI
Merkezi sinir sistemi, yani beyin ve omurilik, üç katlı bir zar yapısı ile çevrelenmiş durumdadır. Bu zarlar dıştan içe doğru dura mater (sert zar), araknoid (örümceksi) zar ve pia mater (ince zar) olarak sıralanırlar. Bu üç kılıf, kesintisiz bir biçimde tüm merkezi sinir sistemini sarar ve çevresel sinir sisteminde de hafif yapı ve işlev değişiklikleri ile devamlılık gösterir.

Pia adlı zar ile araknoid zarın arasında içi sıvı dolu bir boşluk alan vardır. Araknoid zar bu boşluğa doğru ince uzantılar vererek adeta bir örümcek ağı yapısında bağlantılar oluşturur. Zara adını veren de zaten bu özelliktir. Araknoid zar, bu uzantıları aracılığıyla pia mater e bağlanarak aradaki boşluğu (
subarachnoid boşluk) doldurur (-sub eki, altında anlamındadır). Subaraknoid boşluk beyin omurilik sıvısı (BOS) denen bir sıvı ile doludur. Bu sıvı, sinir sistemi dokusunun beslenmesi ve atıklarının atılmasında hayati öneme sahiptir. Ayrıca, sinir sisteminin tamamını saran bu zar yapısı ve içindeki sıvı dolu bu bölmeler sayesinde, sinir sistemi bir bütün olarak sıvı içinde yüzer durumda bulunur ve böylece hem darbelere karşı emici bir tamponla korunmuş, hem de bu yumuşak ve nazik doku kendi ağırlığı dolayısıyla hasar görmesini engelleyecek bir yastık sistemiyle donatılmış durumdadır. 


Beyni besleyecek olan kan damarlarının duvarları, damarlar beyin dokusunun içlerine doğru girerken, bir çeşit yapı değişikliğine uğrayarak, hiç bir maddenin kontrolsüz geçmesine izin vermeyecek özel bir yapı kazanırlar. Bu yapı, sinir hücrelerinin yardımcıları olan glia hücreleri ile dış kısımdan da desteklenerek, kan beyin engeli dediğimiz özel bir yapının oluşmasını sağlarlar (glialar ile ilgili bilgileri aşağıda bulacaksınız). Bu sayede çok hassas bir organ olan sinir sistemi, kandaki zararlı ve istenmeyen maddelerin taarruzundan da korunmuş olur

MERKEZİ SİNİR SİSTEMİNİN BÖLÜMLERİ
(Merkezi Sinir Sisteminin Fizyolojik Anatomisi) 
Sinir sistemimizin beyin ve omulikiten oluşan merkezi bölümü, yukarıdan aşağıya doğru hiyerarşik bir yapılanma gösterir. Nisbeten daha basit işlevler merkezi sinir sisteminin en alt bölümü olan omurilik tarafından yürütülürken, yukarılara çıktıkça (beyin sapı, beyincik, orta beyin, limbik sistem vs gibi) daha karmaşık işlevleri yürütmekle görevli bölgeler karşımıza çıkar. Şimdi en alt düzeyden başlayarak sinir sisteminin bölümleri ile kısaca tanışalım. 


OMURİLİK (Medulla spinalis):
Merkezi sinir sistemi; kararların verildiği, etraftan gelen verilerin yorumlandığı, algılamanın ve diğer bütün zihni fonksiyonların yerine getirildiği bölgeleri içeren karmaşık bir işlevsel yapılar bütünüdür. Merkezi sinir sisteminin en basit kısmı, omurilik dediğimiz ve sırtımızdaki omur kemikleri arasında aşağıya doğru uzanan tüp şeklindeki yapıdır. 


Omurilik, etraftan gelen bilgilerin merkezi sinir sistemine girdiği ve merkezden gelen emirlerin çevresel sisteme aktarıldığı yerdir. Aynı zamanda, refleks dediğimiz, ani ve istemsiz hareketler de, bu organ tarafından kontrol edilir. Omurilik temel olarak, orta kısmında ince ve boylu boyunca bir kanal; kanalın etrafında, eninde kesildiğinde kelebek gibi görünen bir gri madde; ve bunun etrafında ise beyaz madde kütlesinden oluşan, tüp şeklinde bir yapıdır. Ortadaki kanal, beynin içinde bulunan, ventrikül (karıncık) adı verilen ve besleyici bir sıvı olan beyin omurilik sıvısı (BOS) ile dolu olan boşlukların, omurilik içindeki devamıdır ve aynı sıvıyla doludur. Kanalın etrafında bulunan gri madde, esas olarak sinir hücrelerinin gövde kısımlarını içerir. Buradaki sinir hücreleri, çevresel sinir sisteminden gelen ve merkezden dışarıya gönderilen verileri değerlendirilerek, nereye ve ne şekilde gönderileceklerini belirleyen karmaşık elektriksel devreler oluştururlar.


Bu fonksiyonu anlamak için basit bir örnek verelim: Diyelim ki elimizde bir dondurma var ve bunu ağzımıza götürüp yemek istiyoruz. Bunun için, kolumuzu ağzımıza doğru bükmemiz gerekiyor. Biz bu kararı beynimizde verdikten hemen sonra, beynimizden, kolumuzu bükecek olan pazu kaslarına doğru bir kasılma sinyali gönderilir. Fakat bu sinyal, kola gelmeden önce, omurilikteki sinir hücrelerine aktarılır. Burada, yani omurilikte bulunan elektriksel devreler, bu sinyali alarak birkaç iş yaparlar. Öncelikle, pazu kaslarına bir uyarı gönderirler. Ama bu arada, kolun bükülebilmesi için, kolu açmaya, yani ağızdan uzaklaştırmaya yarayan arka kol kaslarının da gevşemesi gerekir. İşte, omurilikteki devreler, pazu kaslarına kasıl emrini gönderirken, aynı zamanda, kolu açan kaslara kasılma emri veren omurilik hücrelerine de dur emri verirler. Dolayısıyla kolumuz, ağzımıza doğru yaklaştırılmış olur. Bu sırada, dondurmayı tam ağzımıza isabet ettirebilmemiz için, kaslardaki durum duyusu (
proprioception) algılayıcı algaçlardan merkeze gönderilen uyarılar başta olmak üzere, bir çok ek işlev devreye girmelidir. Kolun ne kadar büküldüğü ve ne kadar daha bükülmesi gerektiği her an bu bilgilerle düzenlenir. Bu karmaşık ağın tam olarak eksiksiz çalışabilmesi halinde, dondurma yeme işlemimizi normal bir biçimde tamamlayabiliriz. 


Refleks dediğimiz ani hareketler de, yine omurilik içindeki benzer devreler aracılığıyla, şuursuz ve hızlı bir biçimde cereyan ederler. Şuursuzdur çünkü, hareket kararı beyinden değil, omurilikten gelir; ve hızlıdır, çünkü, beyine gidip geri dönmeye oranla çok daha kısa bir yol izler. Eğer bu mekanizma omurilikten değil de beyinden yönetilseydi, yanlışlıkla bir sobaya dokunduğumuz zaman, elimizi ancak belki de ciddi biçimde yandıktan sonra oradan çekebilecektik! 
Refleks yayı: Refleks olarak meydana gelen bir hareketin gerçekleşmesi için gerekli olan tüm yapı bileşenlerine refleks yayı adı verilir.

Elimize bir iğne battığında kendiliğinden hızla elimizi çekeriz. Bu hareket aşağıdaki refleks yayı elemanlarının sırasıyla devreye girmesi sonucu milisaniyeler içinde gerçekleştirilen ve ancak gerçekleştikten sonra farkına varabildiğimiz otomatik bir hadisedir.

1. Alıcı (reseptör): Refleks olayını tetikleyen bir uyaranı algılamak için uygun bir reseptörümüzün olması gerekir (örneğimizde, parmağa iğne battığı zaman derideki ağrı reseptörleri bu batmayı elektirk sinyallerine dönüştürerek sinirlere ileten algılayıcılar olarak görev yapar).
2. Duyu siniri: Reseptörlerden gelen sinyalleri merkezi sinir sistemine (omuriliğe) aktaran sinirlerdir. Bu sinirlerin gövdeleri omurliğin arka-dış kısmındaki arka kök ganglionunda bulunurken, alıcı uzantıları vücudun uzak bölgelerine (örneğin parmak uçlarımıza) kadar uzanır.
3. Merkezi işleme (central processing): Duyu sinirlerinin omuriliğin içlerine kadar giden uzantıları sayesinde ağrı sinyali omurliğin gri maddesine iletilir. Burada, gelen duyusal sinyalin gediği yere göre, doğuştan hazır bulunan bağlantılar sayesinde, uyarı sinirden sinire aktarılarak gerekli cevap hazırlanır. Bu sinyal bazen doğrudan etkiyi yapacak olan motor sinire aktarılabilirken, bazen de öncelikle ara nöronlar denen küçük sinir hücreleri üzerinden aktarılarak daha karmaşık ama biraz daha yavaş yollar da takip edebilir.
4. Motor sinirler: Omurlikteki devrelerden çıkan davranışsal sonuç, bu sinirler aracılığıyla, duyunun geldiği yere bağlı olarak, icra organına gönderilir. Örneğimiz parmağa iğne batması olduğuna göre, buradaki motor sinirler, özellikle kolumuzu bükerek ağrılı etkenden uzaklaştırmaya yarayacak olan sinirlerdir (örneğin, pazu kaslarının sinirleri gibi).
5. İcra organı: Refleks hareketin tamamlanması için bir doku yanıtı nın oluşturulması gerekir. Sinirlerle kaslara gönderilen emirler, hedef dokular tarafından icra edildiğinde, buna doku yanıtı adı verilir. Örneğimizdeki doku yanıtı, kolu büken kasların kasılmasıdır ve icra organı da kolumuzu büken kaslardır. 
Bu basit örnek, temel bir refleks devresinin nasıl çalıştığını oldukça basit bir biçimde gösteriyor. Fakat vücudumuzdaki tüm refleksler bu kadar basit değildir. Şuursuzca cereyan etse bile, beynimizdeki bazı bölgelerin işe karıştığı bazı refleksler de vardır ki, bunlar oldukça karmaşık yollar izlerler. Bebekli annelerden sütün salgılanması veya sinirlenince yüzümüzün kızarması gibi olaylar da reflekstir.
BEYİN SAPI:
Merkezi sinir sisteminin ikinci kısmı, beyin sapı olarak adlandırdığımız bölümdür. Bu yapı, bir çok alt birimden oluşan ve omuriliğe göre daha karmaşık hücre bağlantıları içeren bir yerdir. Anatomik olarak, omurilikle beyini birbirine bağlayan bir köprü gibidir. Bu bölge, temel hayati fonksiyonların yürütülebilmesi için vazgeçilmez öneme sahiptir. Nefes alıp verme, kanın damarlarda dolaşması, kalbin atım düzeni, uyku ve uyanıklık, dikkat ve bunun gibi bir çok önemli etkinlik, beyin sapı dediğimiz bu bölgeden kontrol edilir. 


Beyin Sapının Bölümleri: 

Bulbus (medulla oblongata): Halk arasında omurilik soğanı denen bölge buraya karşılık gelir. Omuriliği yukarı doğru takip ettiğimizde beynin hemen altında şişkince bir biçimde sonlandığını görürüz ki, bu bölge bulbus bölgesidir . Bulbus, temel yaşamsal işlevlerin kontrol edildiği bir bölgedir. Burada temel solunum ritimleri, kan basıncı refleksleri, kalp hızı refleksleri, yutma ve kusma merkezleri gibi önemli merkezler yer alır. Vücudumuzun içinden gelen duyuların büyük bir kısmı da burada algılanır. Burada olan bütün işler normal koşullarda şuurlu müdahalemizin dışındadır (bazı zihinsel eğitim disiplinleri ile bu bölgedeki işlevlerin kısmen kontrol altına alınabildiği de bilinmektedir). 

Pons: Adı latince köprü anlamına gelen pons, yine bulbus gibi bir çok hayati bölgesi içerir  Kafa ve boyun bölgesini ilgilendiren işlevleri yürüten kafa sinirleri dediğimiz özel sinirlerin çekirdekleri (kontrol merkezleri) burada bulunur. Yine burada, kan basıncı, solunum, kalp hızı gibi temel işlevlerin kontrol edildiği bölgeler yerleşmiştir. Pons ayrıca, hareket sistemimizin önemli bir parçası olan beyincik (cerebellum) ile beyni ve omurliği birbirine bağlayan çok önemli yollar içerir. 

RETİKÜLER FORMASYON ve
RETİKÜLER AKTİVE EDİCİ SİSTEM: 

Beyin sapı dediğimiz bölgeyi oluşturan yapıların iç kısmında, birbirleri ile yoğun bağlantılar yapan çok sayıda hücrenin oluşturduğu ve birbirine bağlı bir çok işlevsel bölgeden oluşan yapıya retiküler formasyon adı verilir. Retiküler formasyon terimini Türkçeye ağsı oluşum şeklinde çevirebiliriz (retikulum sözcüğü Latince de ağ-şebeke anlamlarına gelir). 
Retiküler formasyon, beyin sağının neredeyse tümünü kaplayan bir yapı olduğundan, beyne gönderilen neredeyse bütün duyu bilgisinin de uğramak durumunda olduğu bir yerdir. Tüm duyu organlarımızdan gelen sinirler, beyinde gitmeleri gereken ilgili bölgelere uğramadan önce retiküler formasyon hücrelerinin bulunduğu yerlerden geçerler ve buradaki hücrelere çeşitli dallar verek özel bağlantılar yaparlar. Retiküler formasyon ayrıca beynimizin uyanıklığını düzenleyen, öğrenme ve hafıza işlemlerinin sağlıklı olarak sürdürülmesini sağlayan ve beynin neredeyse tüm işlevlerini düzenleyerek onun amaca uygun bir şekilde çalışmasını sağlayan farklı bölgeler de içerir. 
Retiküler formasyonun en önemli işlevlerinden birisi, bilinçli algılamadan sorumlu olan beyin kabuğumuzu (korteksi) uyanık durumda tutmaktır. Uyanıklığa bağlı tüm işlevler de (dikkat, konsatrasyon, öğrenme, uyaranlara cevap verme gibi) dolayısıyla retiküler formasyonun bu uyanık tutucu işlevine bağlıdır. İşte retüküler formasyondaki hücrelerin tüm beyine dağılan ve onu uyanık tutmak için farklı sinyaller taşıyan tüm uzantılarına retiküler aktive edici sistem adı verilir. 
Beyne giden tüm duyuların retiküler formasyona uğradığına ve retiküler formasyonun hücre uzantılarının tüm beyne dağıldığına dikkat ediniz.
Uyku-uyanıklık döngümüzün sürdürülmesinde retiküler aktive edici sistem birinci düzeyde rol oynar. Normalde sabah saatlerinde uykudan uyanıklığa geçmemiz, buradaki hücrelerin tüm beyin kabuğuna uyarıcı sinyaller göndermeye başlamasıyla gerçekleşir. Gece saatlerinde (
veya uykunun bastırdığı diğer zamanlarda) ise retiküler formasyon hücreleri beyne gönderdikleri uyaranları azalttıklarından, beyin kabuğunun uyanıklık düzeyi azalır ve uykuya geçiş aşaması başlar. 

Duyu yollarının retküler formasyon ile bağlantı yapması ise, hepimizin tecrübe etmiş olduğu gibi, duyu uyaranları ile beynin uyanıklığının artırılmasının temel nedenidir. Hafif uyku durumunda görme alanımızda meydana gelen beklenmedik bir hareket bile uyku durumundan uyanıklığa geçmemize neden olabilmektedir. Zira beklenmeyen bu görsel sinyal, gözdeki özel hücreler tarafından beyne iletilmeden önce retiküler fomasyonun ilgili hücrelerine sinyaller verir. Bu sinyaller sonucunda da retiküler fomasyon, beynin uyanıklığını artıracak bir dizi sinyal oluşturarak ilgili beyin alanlarına gönderir. Yahut uyku sırasında ses ve dokunma uyaranları ile uyandırılabildiğimizi biliriz. Bu da yine, belli bir eşik değerden yüksek uyarıların retiküler fomasyonda, beyni uyandırıcı bazı sinyallerin oluşmasını sağlamalarından dolayıdır. Bu eşik değerler kişiden kişiye farklı olduğundan dolayı insanların uyanmak için ihtiyaç duydukları uyaran şiddetleri de farklıdır. Kafein gibi uyarıcı maddeler de yine buradaki hücrelerin beyin kabuğu üzerine olan etkilerini artırarak ilev görürler. 

İleriki bölümlerde değinileceği gibi, bu uyanıklık işlevinde talamusun da önemli rolü bulunmaktadır. 

Beyin Sapının Düzenleyici Sistemleri (Nöromodülatör Sistemler)
Retiküler formasyon içerisinde üst beyin işlevlerinin düzgün yürümesini sağlayan bazı düzenleyici bölgeler bulunur. Bunlara (çok geniş bölgeleri etkileyerek düzenleyici bir işlev yaptıkları için) nöromodülatör sistemler (yahut Türkçe söylersek, sinirsel düzenleyici sistemler) adı verilir. 


Beyin sapı düzenleyici sistemlerinden en önemlileri; Norepinefrin sistemiDopamin sistemiSerotonin sistemi ve Asetikolin sistemidir.
 

Norepinefrin sistemi (Noradrenerjik sistem): Beyin sapında locus ceruleus denen özel bir bölgede bulunan sinir hücreleri ve bunların beynin bir çok yerine dağılan uznatılarından oluşur. Buradaki hücreler, uzantılarının uçlarından norepinefrin (=noradrenalin) denen kimyasal maddeyi salgıladıkları için sistemin adı da bu maddeden gelir. Bu hücreler tarafından yapılan norepinefrin salgısı beynin uyanıklığında ve aktivitesinde önemli etkiye sahiptir. Bu yolun iyi çalışmamasına dayanan rahatsızlıklara örnek olarak, bazı depresyon tiplerini, öğrenme bozukluklarını ve çocuklarda aşırı hareketlilik ve huzursuzlukla kendini gösteren hiperaktivite bozuklukları nı verebiliriz. 


Dopamin sistemi (dopaminerjik sistem): Beyin sapının üst bölümlerindeki ventral tegmental alan ve substantia nigra (kara cisim) olarak adlandırılan bölgelerdeki hücrelerle, bu hücrelerin dopamin salgılayan sinir uzantılarından oluşan bir sistemdir. Vücut hareketlerimiz ve yüksek beyin işlevleri açısından oldukça önemli görevler yürüten bir şebekedir.
Substantia nigra bölgesinden beynin iç kısımlarındaki bazal gangliyonlar denen yapılara uzanan dopamin hücreleri, vücut hareketlerimizin amacauygun olarak icra edilmesinde çok önemli işlev görür ve buradaki liflerin hasar görmesi durumunda Parkinson hastalığı denen tablo ortaya çıkar. Ventral tegmental alandan çıkıp beynin ön bölgelerine dağılan lifler ise, yüksek beyin işlevleri dediğimiz algılama, planlama, dikkat, konsantrasyon gibi işlevlere katkı sağlar ve bu yolun bozulması durumunda da şizofreni benzeri hastalıkların ortaya çıktığı düşünülmektedir. 
Serotonin sistemi (serotonerjik sistem): Beyin sapındaki Raphe çekirdekleri denen bölgelerdeki hücrelerle, bunların beynin her yerine dağılan ve uçlarından serotonin (=5 hidroksitriptamin) salgılayan uzantılarından oluşan bir sistemdir. Bu sistemin uzantıları beynin bir çok yerine ulaşıp farklı oranlarda serotonin salgılarlar ve bu sistem, bir kaç tane birlikte çalışan alt sistemden oluşur. Serotonin sisteminin işlev bozuklukları arasında mevsimsel davranış bozuklukları ve klinik depresyon en çok bilinenlerdir. Depresyon karşıtı ilaçlar da bizzat serotonin sistemi üzerinden etkilerini gösterirler. 
Asetilkolin sistemi (Kolinerjik sistem): İleti maddesi olarak asetilkolin (ACh) maddesini kullanan ve merkezi beyin sapının pons bölgesindeki pontin çekirdekler olan bu sistem, uzantılarıyla beynin birçok bölgesine uzanır. Öğrenme ve hafızanın yanı sıra dikkat, planlama ve uyanıklık gibi işlevlerden de sorumlu bir sistemdir. Hayvanlarda bu sistemin ilaçlarla devre dışı bırakılması öğrenme yeteneğinin geçici olarak kaybolması ile sonuçlanır.
SİNİRSEL HASTALIKLARA KARŞI ETKİLİ ALTERNATİF DESTEK ARIYORSANIZ GÜRHAN ARICI BİOENERJİ VE METAFİZİK KONYA MERKEZİMİZDEN RANDEVU ALABİLİRSİNİZ.

 

BAŞIMIZIN YAPISI VE FONKSİYONLARI
Basimizin içinde, hareketlerimizi kontrol eden ve dis dünyaya karsi ilgimizi uyandiran harikulade bir yapi var. Yine de, bir çanak soguk yulaf lapasindan baska bir seye benzemez! Ancak, yakindan incelendiginde çok daha karmasik yapisi ve özenli örgütlenmesi anlasilmaya baslanir. Başımizın içinde, hareketlerimizi kontrol eden ve dış dünyaya karşı ilgimizi uyandiran harikulade bir yapi var.

Üst kisimda büyük kubbesi (ve lapaya en çok benzeyen) kisim asil beyin (cerebrum) olarak adlandirilir. Sol ve sag beyin yariküreleri olarak ayrilir; ön ve arkada biraz daha kesin olmayan bir sinirla alin lobu, sakak lobu, yankafa ve artkafa loblarina ayrilir. Daha asagiya dogru ve arka tarafta beynin belki iki yün yumagina benzeyen küresel kismi, yani beyincik (cerebellum) yer alir. Içe dogru derinde, asil beynin altinda gizlenmis birçok tuhaf adli ve karmasik görünüslü yapilar, beyin kökünü olusturan pons ve omurilik sogani (medulla), talamus, hipotalamus, hipokampus, nasirsi madde (corpus callosum) ve bunun gibi yapilar bulunur.

Beyin korteksi bölgelerinin görevleri
Beynin, insanlarin en çok gurur duymasi gereken kismi asil beyindir. Çünkü insan beyninin en büyük bölümü olmakla kalmaz, öteki hayvanlarla kiyaslandiginda oransal olarak da insanda hayvandakinden daha büyüktür (Beyincik de insanlarda, diger birçok hayvaninkine göre büyüktür). Beyin ve beyincik dis yüzeyinde biraz daha ince gri madde, yani beyin korteksi, genis iç bölgelerde ak madde, yani beyincik korteksi vardir. Gri madde çesitli hesap islemlerini üstlenmisken ak madde, beynin bir tarafindan digerine gönderilen sinyalleri tasiyan uzun sinir tellerinden olusur.

Beyin korteksinin çesitli bölgeleri, çok özel görevler üstlenmistir. Beynin tam arkasinda, artkafa lobunda görme duyumu bölgesi, görsel algilama ve yorumlama islevini yerine getirir. Doganin en azindan insanda, basin tam ön tarafinda yer alan gözlerden gelen sinyalleri yorumlamasi için bu bölgeyi seçmis olmasi ilginçtir! Ama doganin, bundan daha ilginç davranislari da var. Bedenin sol tarafindaki eylemlerden sorumlu olan beynin sag yariküresi iken, sol yariküre bedenin sag tarafindan sorumludur. Öyle ki hemen hemen tüm sinirler, beyinden giris çikislarinda bir taraftan diger tarafa geçmek zorundadir. Görme bölgesinde, beynin sag tarafi sol gözle degil, her iki gözün sol görüs alaniyla ilgilidir. Ayni sekilde, sol görme bölgesi, her iki gözün sag görüs alani ile ilgilidir. Öyleyse, her bir gözün ag tabakasinin (retina) sag tarafindan çikan sinirler, sag taraftaki görme bölgesine ulasmalidir (retinaya ulasan görüntünün ters görüntü oldugunu animsayin) ve her iki gözün retinasinin sol tarafindan çikan sinirler sol taraftaki görme bölgesine ulasmalidir. Bu sekilde, sagdaki görme bölgesinde, sol görüs alaninin çok iyi tanimlanmis bir haritasi olusurken, sag görüs alanin haritasi, soldaki görme bölgesinde olusmaktadir.

Kulaklardan gelen sinyaller de yine böyle bir ilginç davranis sergileyerek, beynin öbür tarafina geçerler. Sagdaki isitme bölgesi (sag sakak lobunun bir kismi), daha çok, sol kulaktan gelen sesleri yorumlarken, soldaki isitme duyumu bölgesi genelde, sag kulaktan gelen sesleri yorumlar. Koklama duyumu bölgesi, genel kurallarin disinda kalmis gibi görünüyor. Sagdaki koklama duyumu bölgesi, beynin ön tarafinda yer almakta (alin lobunda -bu lobun kendisi bir duyum alani olarak istisnadır-) ve sag burun deliginden gelen kokulari, soldaki koklama duyumu bölgesi ise sol burun deliginden gelen kokulari yorumlar.

Dokunma duyumlari, yankafa lobunda beden duyumu bölgesi (Somatonsensory cortex) adi verilen bölgeyle algilanir ve yorumlanir. Bu bölge, tam alin ve yankafa loblari arasindaki ayirimda yer alir. Bedenin yüzeyinin çesitli kisimlariyla, beden duyumu bölgesinin kisimlari arasinda çok özgün bir iletisim vardir. Bu iliski bazen beden duyum insansisi denilen ve beden duyumu bölgesi boyunca uzanmis bir insan seklini andiran bir tasarimla tanimlanir. Sagdaki beden duyumu bölgesi, bedenin sol tarafindan gelen duyumlarla, soldaki beden duyumu bölgesi ise bedenin sag tarafindan gelen duyumlarla ilgilidir. Alin ve yankafa loblari arasindaki yarigin tam önünde yer alan bir alin lobu bölgesi hareket bölgesi, bedenin çesitli organlarini harekete geçirmekle yükümlü olup, yine bedenin kaslari ile beyin hareket bölgesinin çesitli alanlari arasinda çok düzgün bir iletisim vardir. Bu iletisimi tanimlayan bir hareket insansısına sahibiz. Sagdaki hareket duyumu bölgesi, bedenin sol tarafina kumanda ederken, soldaki hareket duyum bölgesi, bedenin sag tarafina kumanda eder.

Beyin korteksinin bu bölgeleri (görme duyumu, isitme duyumu, koklama duyumu, dokunma duyumu ve hareket kumanda) birincil (primer) olarak adlandirilir. Çünkü beynin girdi ve çiktisiyla dogrudan ilintili bölgelerdir. Birincil bölgelerin yakininda yer alan ikincil (sekonder) bölgeler, daha nazik ve karmasik soyut bir düzeyde gerçeklesen duyumlarla ilgilidir. Görme, isitme ve beden duyum bölgelerinde alinan bilgi, ilgili ikincil bölgelerde isleme girer ve ikincil hareket kumanda bölgesi, birincil hareket bölgesince gerçek kas hareketinin daha ayrintili ve özgün yorumlandigi hareket planlariyla ilgilidir (Beyin korteksinin koklama duyumu bölgesini bir tarafa birakalim. Çünkü burasi farkli davranir ve hakkinda oldukça az sey bilinir). Beyin korteksinin kalan bölgelerine üçüncül (tersiyer) veya birlestirme bölgesi adi verilir. Beynin en soyut ve karmasik islemleri bu bölgelerde gerçeklesir. Çesitli duyum bölgelerinden alinan bilgiler, komsu bölgelerle bir ölçüde isbirligi içerisinde, bu bölgelerde çok karmasik yöntemlerle iliskilendirilir ve analiz edilir. Anilar yerlerine yerlestirilir, dis dünyanin tanimlari yapilir, genel planlar algilanir ve degerlendirilir ve konusmalar anlasilir veya biçimlendirilir.

Konusma merkezleri
Konusma özellikle ilginçtir, çünkü insan zekasina özgü bir nitelik olarak kabul edilir. Tuhaftir ki, (en azindan, sag elini kullananlarin pek çogu için ve sol elini kullananlarin çogu için), konusma merkezleri beynin tam sol tarafindadir. Konusma yetisi ile ilgili asal bölgeler, alin lobunun alt arka tarafindaki Broca alani, ile sakak lobunun üst arka tarafindaki Wernicke alanidir. Broca alani cümle kurulmasi, Wernicke alani dili anlama ile ilgilenir. Broca alaninin zedelenmesi, konusma bozuklugu yaratir ama dili anlamada herhangi bir özüre neden olmaz. Wernicke alaninin zedelenmesi sonucu konusma akicidir ama pek az anlam içerir. Yay demeti (arcuate fasciculus) adi verilen bir sinir demeti, iki alani birlestirir. Bu sinir demeti zarar gördügü zaman, anlama yetisi zarar görmez ve konusma akicidir ama anlasilan sey düzgün cümlelerle anlatilamaz.

Beynin islevleri
Simdi beynin islevlerini çok genel çizgileriyle özetleyelim. Beynin girdisi, yani görme, isitme, dokunma ve öteki sinyaller önce beyinde, (baslica) arka loblarin (yankafa, sakak ve artkafa loblari) birincil bölgelerinde kaydedilir. Beynin çiktisi, yani bedeni çalistiran komutlar, beynin alin loblarinin birincil bölgeleri tarafindan gerçeklestirir.

Girdi ve çikti arasinda bir tür islem gerçeklesir. Genel bir tanimlamayla, arka loblarin birincil bölgelerinde baslayan beyin faaliyeti, girdi verileri analiz edildikçe, ikincil bölgelere dogru ve veriler tamamen yorumlanip anlasildikça (
örnegin, konusulanin Wernicke alaninda anlasilmasi gibi) arka loblarin üçüncül bölgelerine dogru ilerler. Yay demeti -yukarida degindigimiz ve beynin her iki tarafinda bulunan sinir demeti- islenen bilgiyi alin lobuna tasir ve buradaki üçüncül bölgelerde hareketin genel planlari (örnegin, Broca alaninda konusmanin biçimlendirilmesi) düzenlenir. Genel hareket planlari, ikincil komuta bölgelerinde, bedenin davranislari hakkinda daha özgün kavramlara çevrilir ve sonunda, beynin faaliyeti, birincil kumanda bölgesine iletilir. Bu bölgeden sinyaller, bedendeki kas gruplarina (çogu kez, ayni anda birden fazla gruba) gönderilir.

Beyincigin islevi
Görünüse göre beyincik, bedenin kesin koordinasyonu ve kontrolünden zamanlamasi, dengesi ve hareketlerinin uyumundan- sorumludur. Bir dansçinin zarif hareketlerini, profesyonel bir tenisçinin rahat hareketlerini, bir araba yarisçisinin hizli kontrolünü, bir ressamin veya müzisyenin ellerinin kendinden emin davranislarini düsünün. Beyincik olmasaydi, böylesine kesin dengeli davranislar da olmazdi; tüm davranislar, acemice ve beceriksizce olurdu. Öyle görünüyor ki, yeni bir beceri kazanma asamasinda oldugumuz zaman, diyelim yürümeyi veya araba kullanmayi ögrenirken, her hareketi ayrintilariyla önceden düsünmemiz gerekir ve beyin kontrolü ele almistir. Fakat, yaptigimiz iste ustalastikça ve becerimiz bizim özelligimizin bir parçasi, ikinci dogamız haline geldigi zaman kontrolü beyincik ele alir. Üstelik, ustalasilan becerideki hareketleri düsünmek artik alisilagelmis bir deneyimdir ve bu hareketlerin kolayca denetimi, geçici olarak yitirilebilir. Bunu düsünmek, beynin tekrar kontrolü ele geçirmesi demektir ve bu suretle sonuçta bir hareket esnekligi olussa bile, beyincigin sagladigi akici ve dengeli hareket yitirilmistir. Kuskusuz yaptigimiz tanimlamalar son derece basitlestirilmis tanimlardir ama yine de beyincigin islevi hakkinda bir fikir verebilir (Tuhaftir ama, beynin bir taraftan digerine geçisli davranisi beyincik için geçerli degildir: Beyincigin sag yarisi, bedenin sag tarafini, sol yarisi ise bedenin sol tarafini kontrol eder).

Beynin diger kisimlari
Hipokampus, beyin korteksinin bir yerine, belki de ayni anda birçok yerine depolanan gerçek anilarin, uzun dönemli (sürekli) anilarin yerlestirilmesinde yasamsal bir rol üstlenir. Görüntüleri, beyin baska yöntemlerle, kisa dönem esasina göre alikoyabilir ve bu görüntüleri dakikalarca veya saatlerce (belki de onlari usda tutarak koruyabilir. Fakat, dikkatimiz dagildiktan sonra bu görüntüleri animsayabilmemiz için, sürekli sekilde depolanmalari gerekir ve bunu da hipokampus üstlenir (hipokampusun zedelenmesi, denegin dikkatini terkettikleri andan itibaren hiçbir yeni aninin alikonulmadigi korkunç bir durum yaratir). Nasirsi madde, beyin sag ve sol yarimkürelerinin birbiriyle iletisimini saglayan bölgedir. Hipotalamus, duygularin -hazzin, öfkenin, korkunun, umutsuzlugun, açligin- bölgesidir. Duygularin, zihinsel ve fiziksel disavurumlarini düzenler. Hipotalamus ile beynin çesitli bölgeleri arasinda sürekli bir sinyal akisi vardir. Talamus, önemli bir islem merkezi ve yansitici istasyonudur; dis dünyadan gelen sinir girdilerinin birçogunu beyin korteksine iletir. Agsi yapi bir bütün olarak beyinde veya beynin farkli bölgelerinde genel uyaniklik veya bilinçlilik durumundan sorumludur. Farkli bölgeleri birbirine baglayan sayisiz sinir kanallari ve yasamsal önem tasiyan çok sayida alan vardir.

Yukarida siraladiklarim beynin yalnizca önemli kisimlarindan birkaç örnektir. Buradaki açiklamalarimi bitirmeden önce, beynin bir bütün olarak organizasyonundan biraz daha söz etmek istiyorum. Beynin üç ana bölgesi, art beyin (rhombencephalon), orta beyin (mesencephalon) ve ön beyin (proencephalon)dir. Bir embriyon gelisiminin ilk asamasinda, bu üç bölge, omurga ucunda üç kabariklik seklinde bu sirayla, görülebilir. En uçta, gelismekte olan ön beyin, her iki yaninda birer tane olmak üzere iki tomurcuk verir ki bunlar, gelisimlerini tamamladiklarinda beyin yarimküreleri olacaklardir. Gelismesini tamamlayan bir ön beyin, yalniz beyni degil, nasirsi maddeyi, talamusu, hipotalamusu, hipokampus ve diger birçok önemli bölgeleri kapsar. Beyincik, art beynin bir parçasidir. Agsi yapinin bir kismi orta beyinde, bir kismi art beyinde yer alir. Ön beyin, evrimsel gelisimde en yeni, alt beyin ise ;en eski olanidir.

TİTREME
Titreme belirli aralıklarla yinelenen istemsiz bir harekettir. Genliği ve sıklığı titremenin türüne göre değişen kas seyirmelerinden oluşur. Dinlenme ya da istemli hareketler sırasında, vücudun tümünde ya da bir bölümünde gözlenir. Bu tür uyumsuz ve istemsiz kas kasılmaları sık sık ortaya çıkar, ama olguların büyük bölümünde olayı açıklayacak herhangi bir bozukluk saptanamaz.
Gerçekte titremenin çok çeşitli nedenleri olabilir. Yoğun duygu ve ruhsal gerginlikler, bazı sinir-kas yorgunlukları, Parkinson hastalığı, bazı hormon değişiklikleri ve beyincik hastalıkları bunlara örnektir. Ayrıca titremenin kalıtsal bir türü de vardır. Titremenin özellikleri incelenip nedenleri saptanmadan etkene yönelik bir tedavi uygulamak ya da şiddetini ve anlamını değerlendirmek olanaksızdır.
Daha çok duygusal ve çabuk heyecanlanan kişilerde, normal koşullarda da görülebilen düzensiz ve şiddetli titreme özellikle ruhsal gerginliklerin ve yorgunluğun etkisiyle ortaya çıkar.
Titreme Türleri
Dinlenme halindeyken ortaya çıkan ve istemli hareketlerle kaybolan dinlenme titremesi, özellikleParkinson hastalığında görülür. Titremenin hareket sırasında ortaya çıkan türüne istemli ya da kinetik titreme, kişi belirli bir duruşu korumak istediğinde görülen türüne de duruş titremesi adı verilir. Bu türler özellikle beyincik hastalıklarında görülür. Sinir sistemi hastalıklarının yanı sıra, yüksek ateş, tiroit bezinin aşın çalışması (hipertiroidizm), kronik alkolizm ve çeşitli zehirlenmeler de titremeye yol açabilir.
Nedeni bilinmeyen titremeler, saniyede 6-12 kez gelen hızlı ve I ^/ küçük küçük kas seyirmeleridir. İstemli ya da istemsiz hale ketlerle değişmekle birlikte bu tür titreme dinlenme sırasında da sürer. Örneğin yalnız bir kolun ya da bacağın istemli hareketi sırasında ortaya çıkabilir ya da şiddetlenir; öbür kol ve bacağın hareket ettirilmesiyle ya da tümüyle duygusal nedenlerle titremeye tutulan kol ya da bacaktaki titreme artar. İnsanın en çok elleri titrer, ama bazen baş, çene, dudak, dil ve vücudun başka bölümlerinde de titreme görülebilir.
Nedeni bilinmeyen titremeler genellikle kalıtsaldır. En sık 15 ila 25 yaşları arasında, bazen de daha geç ortaya çıkar; çoğu durumda zamanla ağırlaşmaz.

MERKEZİ SİNİR (SEMPATİK) SİSTEMİ

İnsan merkezi sinir sistemi, evrende insanın bildiği en karmaşık biyolojik yapılanmadır. Milyarlarca sinir hücresi, bunların aralarındaki trilyonlarca bağlantı ve yardımcı hücreler olarak nitelenen glia hücreleri, sinir sisteminin ana yapısını oluşturur. Bu akıl almaz düzeydeki karmaşık yapı, bu günkü bilgilerimiz ışığında, tüm canlılık olaylarını ve davranışları düzenleyen bir ara-birim olarak görev yapar.

SİNİR SİSTEMİMİZ
Sinir sistemini genel olarak, merkezi ve çevresel (periferik) sinir sistemi olarak iki kısma ayırmaktayız. Çevresel sistem, vücudun her yanından alınan duyu (tat, dokunma, görme, işitme, vücudun pozisyonu, ağrı, ısı, titreşim vb) bilgilerini merkeze taşıyan ve merkezden çıkan emirleri kas veya salgı bezi gibi ilgili yerlere götüren sinir kablolarından oluşur. Yani çevresel sinir sistemini (o kadar basit değilse de) bir veri taşıyıcısı olarak düşünebiliriz. Merkezi sinir sistemi ise, çevresel sinir sisteminden gelen verileri değerlendirip, ürettiği emirler aracılığıyla vücudumuzun yeni durumlara uyum sağlamasına yardımcı olur. 

MERKEZİ SİNİR SİSTEMİNİN GENEL HATLARI
Merkezi sinir sistemi, yani beyin ve omurilik, üç katlı bir zar yapısı ile çevrelenmiş durumdadır. Bu zarlar dıştan içe doğru dura mater (sert zar), araknoid (örümceksi) zar ve pia mater (ince zar) olarak sıralanırlar. Bu üç kılıf, kesintisiz bir biçimde tüm merkezi sinir sistemini sarar ve çevresel sinir sisteminde de hafif yapı ve işlev değişiklikleri ile devamlılık gösterir.



Pia adlı zar ile araknoid zarın arasında içi sıvı dolu bir boşluk alan vardır. Araknoid zar bu boşluğa doğru ince uzantılar vererek adeta bir örümcek ağı yapısında bağlantılar oluşturur. Zara adını veren de zaten bu özelliktir. Araknoid zar, bu uzantıları aracılığıyla pia mater e bağlanarak aradaki boşluğu (
subarachnoid boşluk) doldurur (-sub eki, altında anlamındadır). Subaraknoid boşluk beyin omurilik sıvısı (BOS) denen bir sıvı ile doludur. Bu sıvı, sinir sistemi dokusunun beslenmesi ve atıklarının atılmasında hayati öneme sahiptir. Ayrıca, sinir sisteminin tamamını saran bu zar yapısı ve içindeki sıvı dolu bu bölmeler sayesinde, sinir sistemi bir bütün olarak sıvı içinde yüzer durumda bulunur ve böylece hem darbelere karşı emici bir tamponla korunmuş, hem de bu yumuşak ve nazik doku kendi ağırlığı dolayısıyla hasar görmesini engelleyecek bir yastık sistemiyle donatılmış durumdadır. 

Beyni besleyecek olan kan damarlarının duvarları, damarlar beyin dokusunun içlerine doğru girerken, bir çeşit yapı değişikliğine uğrayarak, hiç bir maddenin kontrolsüz geçmesine izin vermeyecek özel bir yapı kazanırlar. Bu yapı, sinir hücrelerinin yardımcıları olan glia hücreleri ile dış kısımdan da desteklenerek, kan beyin engeli dediğimiz özel bir yapının oluşmasını sağlarlar (glialar ile ilgili bilgileri aşağıda bulacaksınız). Bu sayede çok hassas bir organ olan sinir sistemi, kandaki zararlı ve istenmeyen maddelerin taarruzundan da korunmuş olur
MERKEZİ SİNİR SİSTEMİNİN BÖLÜMLERİ
(Merkezi Sinir Sisteminin Fizyolojik Anatomisi) 
Sinir sistemimizin beyin ve omulikiten oluşan merkezi bölümü, yukarıdan aşağıya doğru hiyerarşik bir yapılanma gösterir. Nisbeten daha basit işlevler merkezi sinir sisteminin en alt bölümü olan omurilik tarafından yürütülürken, yukarılara çıktıkça (beyin sapı, beyincik, orta beyin, limbik sistem vs gibi) daha karmaşık işlevleri yürütmekle görevli bölgeler karşımıza çıkar. Şimdi en alt düzeyden başlayarak sinir sisteminin bölümleri ile kısaca tanışalım. 
OMURİLİK (Medulla spinalis):
Merkezi sinir sistemi; kararların verildiği, etraftan gelen verilerin yorumlandığı, algılamanın ve diğer bütün zihni fonksiyonların yerine getirildiği bölgeleri içeren karmaşık bir işlevsel yapılar bütünüdür. Merkezi sinir sisteminin en basit kısmı, omurilik dediğimiz ve sırtımızdaki omur kemikleri arasında aşağıya doğru uzanan tüp şeklindeki yapıdır. 
Omurilik, etraftan gelen bilgilerin merkezi sinir sistemine girdiği ve merkezden gelen emirlerin çevresel sisteme aktarıldığı yerdir. Aynı zamanda, refleks dediğimiz, ani ve istemsiz hareketler de, bu organ tarafından kontrol edilir. Omurilik temel olarak, orta kısmında ince ve boylu boyunca bir kanal; kanalın etrafında, eninde kesildiğinde kelebek gibi görünen bir gri madde; ve bunun etrafında ise beyaz madde kütlesinden oluşan, tüp şeklinde bir yapıdır. Ortadaki kanal, beynin içinde bulunan, ventrikül (karıncık) adı verilen ve besleyici bir sıvı olan beyin omurilik sıvısı (BOS) ile dolu olan boşlukların, omurilik içindeki devamıdır ve aynı sıvıyla doludur. Kanalın etrafında bulunan gri madde, esas olarak sinir hücrelerinin gövde kısımlarını içerir. Buradaki sinir hücreleri, çevresel sinir sisteminden gelen ve merkezden dışarıya gönderilen verileri değerlendirilerek, nereye ve ne şekilde gönderileceklerini belirleyen karmaşık elektriksel devreler oluştururlar.

Bu fonksiyonu anlamak için basit bir örnek verelim: Diyelim ki elimizde bir dondurma var ve bunu ağzımıza götürüp yemek istiyoruz. Bunun için, kolumuzu ağzımıza doğru bükmemiz gerekiyor. Biz bu kararı beynimizde verdikten hemen sonra, beynimizden, kolumuzu bükecek olan pazu kaslarına doğru bir kasılma sinyali gönderilir. Fakat bu sinyal, kola gelmeden önce, omurilikteki sinir hücrelerine aktarılır. Burada, yani omurilikte bulunan elektriksel devreler, bu sinyali alarak birkaç iş yaparlar. Öncelikle, pazu kaslarına bir uyarı gönderirler. Ama bu arada, kolun bükülebilmesi için, kolu açmaya, yani ağızdan uzaklaştırmaya yarayan arka kol kaslarının da gevşemesi gerekir. İşte, omurilikteki devreler, pazu kaslarına kasıl emrini gönderirken, aynı zamanda, kolu açan kaslara kasılma emri veren omurilik hücrelerine de dur emri verirler. Dolayısıyla kolumuz, ağzımıza doğru yaklaştırılmış olur. Bu sırada, dondurmayı tam ağzımıza isabet ettirebilmemiz için, kaslardaki durum duyusu (
proprioception) algılayıcı algaçlardan merkeze gönderilen uyarılar başta olmak üzere, bir çok ek işlev devreye girmelidir. Kolun ne kadar büküldüğü ve ne kadar daha bükülmesi gerektiği her an bu bilgilerle düzenlenir. Bu karmaşık ağın tam olarak eksiksiz çalışabilmesi halinde, dondurma yeme işlemimizi normal bir biçimde tamamlayabiliriz. 
Refleks dediğimiz ani hareketler de, yine omurilik içindeki benzer devreler aracılığıyla, şuursuz ve hızlı bir biçimde cereyan ederler. Şuursuzdur çünkü, hareket kararı beyinden değil, omurilikten gelir; ve hızlıdır, çünkü, beyine gidip geri dönmeye oranla çok daha kısa bir yol izler. Eğer bu mekanizma omurilikten değil de beyinden yönetilseydi, yanlışlıkla bir sobaya dokunduğumuz zaman, elimizi ancak belki de ciddi biçimde yandıktan sonra oradan çekebilecektik! 
Refleks yayı: Refleks olarak meydana gelen bir hareketin gerçekleşmesi için gerekli olan tüm yapı bileşenlerine refleks yayı adı verilir.
Elimize bir iğne battığında kendiliğinden hızla elimizi çekeriz. Bu hareket aşağıdaki refleks yayı elemanlarının sırasıyla devreye girmesi sonucu milisaniyeler içinde gerçekleştirilen ve ancak gerçekleştikten sonra farkına varabildiğimiz otomatik bir hadisedir.
1. Alıcı (reseptör): Refleks olayını tetikleyen bir uyaranı algılamak için uygun bir reseptörümüzün olması gerekir (örneğimizde, parmağa iğne battığı zaman derideki ağrı reseptörleri bu batmayı elektirk sinyallerine dönüştürerek sinirlere ileten algılayıcılar olarak görev yapar).
2. Duyu siniri: Reseptörlerden gelen sinyalleri merkezi sinir sistemine (omuriliğe) aktaran sinirlerdir. Bu sinirlerin gövdeleri omurliğin arka-dış kısmındaki arka kök ganglionunda bulunurken, alıcı uzantıları vücudun uzak bölgelerine (örneğin parmak uçlarımıza) kadar uzanır.
3. Merkezi işleme (central processing): Duyu sinirlerinin omuriliğin içlerine kadar giden uzantıları sayesinde ağrı sinyali omurliğin gri maddesine iletilir. Burada, gelen duyusal sinyalin gediği yere göre, doğuştan hazır bulunan bağlantılar sayesinde, uyarı sinirden sinire aktarılarak gerekli cevap hazırlanır. Bu sinyal bazen doğrudan etkiyi yapacak olan motor sinire aktarılabilirken, bazen de öncelikle ara nöronlar denen küçük sinir hücreleri üzerinden aktarılarak daha karmaşık ama biraz daha yavaş yollar da takip edebilir.
4. Motor sinirler: Omurlikteki devrelerden çıkan davranışsal sonuç, bu sinirler aracılığıyla, duyunun geldiği yere bağlı olarak, icra organına gönderilir. Örneğimiz parmağa iğne batması olduğuna göre, buradaki motor sinirler, özellikle kolumuzu bükerek ağrılı etkenden uzaklaştırmaya yarayacak olan sinirlerdir (örneğin, pazu kaslarının sinirleri gibi).
5. İcra organı: Refleks hareketin tamamlanması için bir doku yanıtı nın oluşturulması gerekir. Sinirlerle kaslara gönderilen emirler, hedef dokular tarafından icra edildiğinde, buna doku yanıtı adı verilir. Örneğimizdeki doku yanıtı, kolu büken kasların kasılmasıdır ve icra organı da kolumuzu büken kaslardır. 
Bu basit örnek, temel bir refleks devresinin nasıl çalıştığını oldukça basit bir biçimde gösteriyor. Fakat vücudumuzdaki tüm refleksler bu kadar basit değildir. Şuursuzca cereyan etse bile, beynimizdeki bazı bölgelerin işe karıştığı bazı refleksler de vardır ki, bunlar oldukça karmaşık yollar izlerler. Bebekli annelerden sütün salgılanması veya sinirlenince yüzümüzün kızarması gibi olaylar da reflekstir.
BEYİN SAPI:
Merkezi sinir sisteminin ikinci kısmı, beyin sapı olarak adlandırdığımız bölümdür. Bu yapı, bir çok alt birimden oluşan ve omuriliğe göre daha karmaşık hücre bağlantıları içeren bir yerdir. Anatomik olarak, omurilikle beyini birbirine bağlayan bir köprü gibidir. Bu bölge, temel hayati fonksiyonların yürütülebilmesi için vazgeçilmez öneme sahiptir. Nefes alıp verme, kanın damarlarda dolaşması, kalbin atım düzeni, uyku ve uyanıklık, dikkat ve bunun gibi bir çok önemli etkinlik, beyin sapı dediğimiz bu bölgeden kontrol edilir. 

Beyin Sapının Bölümleri: 

Bulbus (medulla oblongata): Halk arasında omurilik soğanı denen bölge buraya karşılık gelir. Omuriliği yukarı doğru takip ettiğimizde beynin hemen altında şişkince bir biçimde sonlandığını görürüz ki, bu bölge bulbus bölgesidir . Bulbus, temel yaşamsal işlevlerin kontrol edildiği bir bölgedir. Burada temel solunum ritimleri, kan basıncı refleksleri, kalp hızı refleksleri, yutma ve kusma merkezleri gibi önemli merkezler yer alır. Vücudumuzun içinden gelen duyuların büyük bir kısmı da burada algılanır. Burada olan bütün işler normal koşullarda şuurlu müdahalemizin dışındadır (bazı zihinsel eğitim disiplinleri ile bu bölgedeki işlevlerin kısmen kontrol altına alınabildiği de bilinmektedir). 
Pons: Adı latince köprü anlamına gelen pons, yine bulbus gibi bir çok hayati bölgesi içerir  Kafa ve boyun bölgesini ilgilendiren işlevleri yürüten kafa sinirleri dediğimiz özel sinirlerin çekirdekleri (kontrol merkezleri) burada bulunur. Yine burada, kan basıncı, solunum, kalp hızı gibi temel işlevlerin kontrol edildiği bölgeler yerleşmiştir. Pons ayrıca, hareket sistemimizin önemli bir parçası olan beyincik (cerebellum) ile beyni ve omurliği birbirine bağlayan çok önemli yollar içerir. 

RETİKÜLER FORMASYON ve RETİKÜLER AKTİVE EDİCİ SİSTEM: 
Beyin sapı dediğimiz bölgeyi oluşturan yapıların iç kısmında, birbirleri ile yoğun bağlantılar yapan çok sayıda hücrenin oluşturduğu ve birbirine bağlı bir çok işlevsel bölgeden oluşan yapıya retiküler formasyon adı verilir. Retiküler formasyon terimini Türkçeye ağsı oluşum şeklinde çevirebiliriz (retikulum sözcüğü Latince de ağ-şebeke anlamlarına gelir). 
Retiküler formasyon, beyin sağının neredeyse tümünü kaplayan bir yapı olduğundan, beyne gönderilen neredeyse bütün duyu bilgisinin de uğramak durumunda olduğu bir yerdir. Tüm duyu organlarımızdan gelen sinirler, beyinde gitmeleri gereken ilgili bölgelere uğramadan önce retiküler formasyon hücrelerinin bulunduğu yerlerden geçerler ve buradaki hücrelere çeşitli dallar verek özel bağlantılar yaparlar. Retiküler formasyon ayrıca beynimizin uyanıklığını düzenleyen, öğrenme ve hafıza işlemlerinin sağlıklı olarak sürdürülmesini sağlayan ve beynin neredeyse tüm işlevlerini düzenleyerek onun amaca uygun bir şekilde çalışmasını sağlayan farklı bölgeler de içerir. 
Retiküler formasyonun en önemli işlevlerinden birisi, bilinçli algılamadan sorumlu olan beyin kabuğumuzu (korteksi) uyanık durumda tutmaktır. Uyanıklığa bağlı tüm işlevler de (dikkat, konsatrasyon, öğrenme, uyaranlara cevap verme gibi) dolayısıyla retiküler formasyonun bu uyanık tutucu işlevine bağlıdır. İşte retüküler formasyondaki hücrelerin tüm beyine dağılan ve onu uyanık tutmak için farklı sinyaller taşıyan tüm uzantılarına retiküler aktive edici sistem adı verilir. 
Beyne giden tüm duyuların retiküler formasyona uğradığına ve retiküler formasyonun hücre uzantılarının tüm beyne dağıldığına dikkat ediniz.
Uyku-uyanıklık döngümüzün sürdürülmesinde retiküler aktive edici sistem birinci düzeyde rol oynar. Normalde sabah saatlerinde uykudan uyanıklığa geçmemiz, buradaki hücrelerin tüm beyin kabuğuna uyarıcı sinyaller göndermeye başlamasıyla gerçekleşir. Gece saatlerinde (
veya uykunun bastırdığı diğer zamanlarda) ise retiküler formasyon hücreleri beyne gönderdikleri uyaranları azalttıklarından, beyin kabuğunun uyanıklık düzeyi azalır ve uykuya geçiş aşaması başlar. 

Duyu yollarının retküler formasyon ile bağlantı yapması ise, hepimizin tecrübe etmiş olduğu gibi, duyu uyaranları ile beynin uyanıklığının artırılmasının temel nedenidir. Hafif uyku durumunda görme alanımızda meydana gelen beklenmedik bir hareket bile uyku durumundan uyanıklığa geçmemize neden olabilmektedir. Zira beklenmeyen bu görsel sinyal, gözdeki özel hücreler tarafından beyne iletilmeden önce retiküler fomasyonun ilgili hücrelerine sinyaller verir. Bu sinyaller sonucunda da retiküler fomasyon, beynin uyanıklığını artıracak bir dizi sinyal oluşturarak ilgili beyin alanlarına gönderir. Yahut uyku sırasında ses ve dokunma uyaranları ile uyandırılabildiğimizi biliriz. Bu da yine, belli bir eşik değerden yüksek uyarıların retiküler fomasyonda, beyni uyandırıcı bazı sinyallerin oluşmasını sağlamalarından dolayıdır. Bu eşik değerler kişiden kişiye farklı olduğundan dolayı insanların uyanmak için ihtiyaç duydukları uyaran şiddetleri de farklıdır. Kafein gibi uyarıcı maddeler de yine buradaki hücrelerin beyin kabuğu üzerine olan etkilerini artırarak ilev görürler. 
İleriki bölümlerde değinileceği gibi, bu uyanıklık işlevinde talamusun da önemli rolü bulunmaktadır. 

Beyin Sapının Düzenleyici Sistemleri (Nöromodülatör Sistemler)
Retiküler formasyon içerisinde üst beyin işlevlerinin düzgün yürümesini sağlayan bazı düzenleyici bölgeler bulunur. Bunlara (çok geniş bölgeleri etkileyerek düzenleyici bir işlev yaptıkları için) nöromodülatör sistemler (yahut Türkçe söylersek, sinirsel düzenleyici sistemler) adı verilir. 
Beyin sapı düzenleyici sistemlerinden en önemlileri; Norepinefrin sistemiDopamin sistemiSerotonin sistemi ve Asetikolin sistemidir.

Norepinefrin sistemi (Noradrenerjik sistem): Beyin sapında locus ceruleus denen özel bir bölgede bulunan sinir hücreleri ve bunların beynin bir çok yerine dağılan uznatılarından oluşur. Buradaki hücreler, uzantılarının uçlarından norepinefrin (=noradrenalin) denen kimyasal maddeyi salgıladıkları için sistemin adı da bu maddeden gelir. Bu hücreler tarafından yapılan norepinefrin salgısı beynin uyanıklığında ve aktivitesinde önemli etkiye sahiptir. Bu yolun iyi çalışmamasına dayanan rahatsızlıklara örnek olarak, bazı depresyon tiplerini, öğrenme bozukluklarını ve çocuklarda aşırı hareketlilik ve huzursuzlukla kendini gösteren hiperaktivite bozuklukları nı verebiliriz. 

Dopamin sistemi (dopaminerjik sistem): Beyin sapının üst bölümlerindeki ventral tegmental alan ve substantia nigra (kara cisim) olarak adlandırılan bölgelerdeki hücrelerle, bu hücrelerin dopamin salgılayan sinir uzantılarından oluşan bir sistemdir. Vücut hareketlerimiz ve yüksek beyin işlevleri açısından oldukça önemli görevler yürüten bir şebekedir.
Substantia nigra bölgesinden beynin iç kısımlarındaki bazal gangliyonlar denen yapılara uzanan dopamin hücreleri, vücut hareketlerimizin amacauygun olarak icra edilmesinde çok önemli işlev görür ve buradaki liflerin hasar görmesi durumunda Parkinson hastalığı denen tablo ortaya çıkar. Ventral tegmental alandan çıkıp beynin ön bölgelerine dağılan lifler ise, yüksek beyin işlevleri dediğimiz algılama, planlama, dikkat, konsantrasyon gibi işlevlere katkı sağlar ve bu yolun bozulması durumunda da şizofreni benzeri hastalıkların ortaya çıktığı düşünülmektedir. 
Serotonin sistemi (serotonerjik sistem): Beyin sapındaki Raphe çekirdekleri denen bölgelerdeki hücrelerle, bunların beynin her yerine dağılan ve uçlarından serotonin (=5 hidroksitriptamin) salgılayan uzantılarından oluşan bir sistemdir. Bu sistemin uzantıları beynin bir çok yerine ulaşıp farklı oranlarda serotonin salgılarlar ve bu sistem, bir kaç tane birlikte çalışan alt sistemden oluşur. Serotonin sisteminin işlev bozuklukları arasında mevsimsel davranış bozuklukları ve klinik depresyon en çok bilinenlerdir. Depresyon karşıtı ilaçlar da bizzat serotonin sistemi üzerinden etkilerini gösterirler. 
Asetilkolin sistemi (Kolinerjik sistem): İleti maddesi olarak asetilkolin (ACh) maddesini kullanan ve merkezi beyin sapının pons bölgesindeki pontin çekirdekler olan bu sistem, uzantılarıyla beynin birçok bölgesine uzanır. Öğrenme ve hafızanın yanı sıra dikkat, planlama ve uyanıklık gibi işlevlerden de sorumlu bir sistemdir. Hayvanlarda bu sistemin ilaçlarla devre dışı bırakılması öğrenme yeteneğinin geçici olarak kaybolması ile sonuçlanır.
SİNİRSEL HASTALIKLARA KARŞI ETKİLİ ALTERNATİF DESTEK ARIYORSANIZ GÜRHAN ARICI BİOENERJİ VE METAFİZİK KONYA MERKEZİMİZDEN RANDEVU ALABİLİRSİNİZ.

Metafizik Uzmanı ve Psikanalist-Yazar Gökhan Hani; Sinirsel hastalıkları üzerinde 5 yıl süren Alternatif (Tamamlayıcı) Tıp çalışmaları sonucunda 8 aşamalı Bioenerji-Bioterapi yöntemleri ve Şifalı bitkiler yardımı ile çalışmalarını tamamlamıştır. Sitede yer alan tüm yöntemler ve formüllerin orijinal yapısı Metafizik Uzmanı Gökhan Hani'ye ait olup; kopyalanması ve başka sitelerde yayınlanması yasal değildir. Sitede yer alan tüm şifalı bitkiler  Sinirler  üzerinde etkili olup, kesinlikle gramajları ve kullanım şekilleri verilmemiştir.

Sinirsel hastalıklar üzerinde etkili olan şifalı bitkiler bu tür hastalıklara maruz kalan kişiler üzerinde kesinlikle UZMAN görüşü ve onayı olmadan kullanılmamalıdır. Sinirsel hastalıklar  için ayrı ayrı verilen şifalı bitkiler anatomisi bitkilerinin kullanım şekilleri ve gramajları sitede yayınlanmayacaktır.

8 aşamalı Bioenerji-Bioterapi alternatif tıp yöntemleri ve şifalı bitkiler aracılığıyla Sinirler üzerinde etkili olunduğu gözlenmiştir. Alternatif (Tamamlayıcı) Tıp teknikleri asla modern-klasik tıp yöntemlerinin önüne geçemez. Modern tıp yöntemleri Sinirsel  hastalara yanıt veremiyorsa ya da tamamlayıcı(alternatif) tıp yöntemleriyle desteklenmesi gerekiyorsa 8 aşamalı Bioenerji-Bioterapi ve şifalı bitkiler yöntemleri kullanılmalıdır.

Metafizik uzmanlığı kişilerin yaşadığı bölgenin veya coğrafyada yetişen bitkilerle çeşitli hastalıkların üstesinden gelinebileceği görüşündedir. Bu sitede yayınlanan 8 aşamalı Bioenerji-Bioterapi ve şifalı bitkiler yöntem, teknik ve metodolojisini hiçbir Bioenerjist ya da herbalist tarafından kendi adına kullanamaz.

Bu yöntemler ve formüller sadece Metafizik uzmanı ve psikanalist-yazar Gökhan Hani'nin 5 yıllık çalışması sonucu ortaya çıkıp ve bir formülün gramajı ve kullanım şekli sadece Metafizik Uzmanı Gökhan Hani ye aittir.

Türkiye de ve çeşitli ülkelerde Bioenerji sadece 1 aşamalı kullanılabilmektedir. Alternatif tıp literatüründe Bioenerji 8 aşamalıdır. Biyoenerjinin 8 aşaması kullanılmadan;Sinirsel rahatsızlıklar  ve diğer bilinmeyen (agnostik) önemli hastalıkların üzerinde enerji verilmesi yetersiz kalmaktadır. Reiki uygulamalarının Bioenerjiyle uzaktan yakından alakası yoktur. Reiki 3 aşamalı olarak Budist felsefesinde sadece yer alır. Bioenerji ise 8 aşamalı veri ve yaklaşımlarıyla Alternatif tıbbın temelini oluşturur. Bionerjinin, Reiki vb yöntemler gibi sembolik- din-felsefesiyle bir bağlantısı yoktur.

Bioenerji; Evrensel enerjinin kozmik bağında insan vücudunun 7 ana  arka ve 3 ara  arka bölgesinin pranik ve auratik bağlantısıyla paralel spirütüal-lliastre ile birleşiktir.

TÜM KANSERLİ HASTALIKLAR VE DİĞER FİZİKSEL- RUHSAL HASTALIKLAR

İÇİN TÜRKİYE DE YAŞADIĞINIZ ŞEHİRE KENDİMİZ GELMEKTEYİZ. MODERN TIP,ÇEŞİTLİ HASTALIKLARDA TAMAMLAYICI(ALTERNATİF TIP) İLE DESTEKLENMESİ GEREKEN HASTALIKLARA ONAY VERİYORSA.ALTERNATİF TIP(TAMAMLAYICI TIP) TEKNİKLERİ VE ŞİFALI BİTKİLER İLE TÜM HASTALIKLARA ÇARE BULUNACAĞI İNANCINDAYIZ…

DAMAR SERTLİĞİ VE TIKANIKLARI İÇİN 8.AŞAMALI BİOENERJİ-BİOTERAPİ VE ŞİFALI BİTKİLER:

BİLİNÇSİZ KULLANIM VE KOPYACILARIN ÇOĞALMASI SEBEBİYLE KULLANILACAK ŞİFALI BİTKİLER KALDIRILMIŞTIR.

Sinir hastalıkları  için Şifalı bitkiler kullanılma formülü:
1.Kullanılış şekilleri
2.Nasıl Hazırlanması
3.Ne zaman alınmaları
4.Ne zamana kadar kullanılmaları
5.Şifalı bitkilerde kullanılacak Gramajları ve Ölçümleri
6.Kullanılma formülü Metafizik Uzmanı Gökhan Hani'ye aittir.
7.Şifalı bitkiler anatomisi ve 8.Aşamalı BİOENERJİ-BİOTERAPİ ile beraber kullanıldığında etkili olmaktadır.

ÇOK ÖNEMLİ NOT:

9 yıllık profesyonel çalışma sistemimizde kanser hastalarına Alternatif Tıp alanında, Modern tıbba yardımcı olmak amacıyla yayınladığımız Şifalı bitkiler çeşitli ilaç firmaları-herbalist şirketler ve aktarlar tarafından izin almadan kullanılmakta olduğunun bilgilerini aldık. Bunca yıl üzerinde çalışma yaptığımız ve kanserli hücreleri yok etmekte çok etkili olan bu bitkilerin kişiler tarafından kullanılması yasal değildir.
1.Kullanılış şekilleri
2.Nasıl Hazırlanması
3.Ne zaman alınmaları
4.Ne zamana kadar kullanılmaları
5.Şifalı bitkilerde kullanılacak Gramajları ve Ölçümleri
6.Kullanılma formülü Metafizik Uzmanı Gökhan Hani'ye aittir.
7.Şifalı bitkiler anatomisi ve 8.Aşamalı BİOENERJİ-BİOTERAPİ ile beraber kullanıldığında etkili olmaktadır.,


Bu bağlamda arama motorlarında araştırma yaparken ya da sitelerimize girerek bu bitkileri müşterilerine sunanlar şunları bilsinler ki! Her hastalık için yayınladığımız bu bitkilerin miligramında bir eksiklik olursa, hasta olan kişiye çok zararlıdır. Metafizik uzmanlığı olarak piyasada yer alan ve prof statüsünde bile şifalı bitkileri kitapları çıkaran, reklâm için o televizyondan kanalından, diğer bir televizyon kanallarında açıklama yapan kişilerin kitaplarındaki şu bitki şu hastalığa, şu bitki bu hastalığa iyi gelir, açıklamaları doğru olsa bile bunların gramajlarından 1 miskali bile azalış veya çoğalış gösterdiğinde insana fayda vermez. Sadece satış amacı güden şifalı bitkiler kitaplarında bu bitkilerin kaç gram, kaç miskal ne zaman kullanılmaları, kaç derecede ısıtılmaları, kökleri, meyveleri, dalları ya da içilecek mi-sürülecek mi açıklamaları olmadan piyasada olmaları şifalı bitkilerin bilinçsiz kullanılmasına iter. Ayrıca piyasada çok rağbet gören bazı şahısların kitaplarında gerekli bilgiyi vermeden zehirli olan yüzlerce şifalı ota rastlanmıştır. Bizim sitelerimizde yayınlanan şifalı bitkiler Metafizik uzmanı Gökhan Hani'ye danışılmadan her ne sebeple olursa olsun kullanılmamalıdır. Sitelerimizde yayınladığımız şifalı bitkilerin kullanış şekillerini vermememizin sebebi, uzman kontrolünde verilmesine olan inancımızdır.

YASAL UYARI

ALTERNATİF(TAMAMLAYICI) TIP HİÇBİR ZAMAN TEK BAŞINA BİR TEDAVİ SİSTEMİ DEĞİLDİR.

 TEDAVİ SİSTEMİ YASAL ZEMİNDE HASTAHANELERDE GÖREV YAPAN TIP MEZUNU SADECE DOKTORLARIN İŞİDİR. METAFİZİK UZMANLIĞI OLARAK ALTERNATİF TIP BAĞLAMINDA HİÇBİR ZAMAN TEDAVİ EDİYORUZ, TEDAVİ ETTİK GİBİ BİR KAYGIMIZ VE YAKLAŞIMIMIZ OLMAMIŞ VE OLMAYACAKTIR. YASAL ZEMİNDE ALTERNATİF TIP LİTARETÜRÜ YAKLAŞIMI BİR İNANIŞ VE BİR FELSEFEDİR.

ANAYASAYAMIZIN 10.MADDESİ GEREĞİNCE: Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

17.MADDE Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.
MADDE 25. Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.
BU MADDE GEREĞİNCE FELSEFESİNİ UZAK DOĞU ÜLKERLERİNDEN ALAN TÜRKİYEDE ADINA ALTERNATİF(TAMAMLAYICI)TIP DENİLEN BU FELSEFİ İNANÇ YÜZÜNDEN MEDYADA VE HALK GENELİNDE ALTERNATİF TIP YAKLAŞIMINA DOLANDIRICILIK, ŞARLATANLIK VE UMUT TACİRLİĞİ DENİLMESİ AKADEMİK VE PROFESYONELCE YAPTIĞIMIZ MESLEĞİ İCRA ETMEKTEN BİZLERİ SOĞUTMAKTADIR. DÜNYANIN EN SAYGIN ÜNİVERSİTELERİNDE BİLE YER EDİNEN VE GEÇMİŞİ 1000 LERCE YIL ESKİ OLAN BU FELSEFİ İNANIŞ MALESEF BU İŞİN EHLİ OLMAYAN KİŞİLER TARAFINDAN YAPILARAK BİLİNÇSİZCE HATALAR YÜZÜNDEN YANLIŞ ANLAŞILMIŞTIR. METAFİZİK UZMANLIĞI OLARAK İCRA ETTİĞİMİZ ALTERNATİF(TAMAMLAYICI) TIP FELSEFİ İNANCI GEREĞİNCE BU ALANDA YAPTIĞIMIZ BİLİMSEL ÇALIŞMALAR MEDYA ARACILIĞIYLA HALKA SUNULMAKTA VE BU FELSEFEYE İNANANLAR TARAFINDAN ÇALIŞMALARIMIZ OKUNMAKTADIR. YÂDA BİZİM HİÇBİR ŞEKİLDE BU FELSEFİ SİSTEME İNANMAYANLARI, ETKİLEME, ZORLA İKNA ETME, KANDIRMA VEYA PAZARLAMA GİBİ BİR KAYGIMIZ VE YAKLAŞIMIMIZ OLMAMIŞTIR. YAPTIĞIMIZ BU AÇIKLAMA SADECE METAFİZİK UZMANLIĞIMIZI BAĞLAMAKTADIR. ÇALIŞMALARINI BİLMEDİĞİMİZ ARAŞTIRMALARINI GÖZDEN GEÇİRMEDİĞİMİZ KURUM-KURULUŞ VEYA ÖZEL KİŞİLERİN ALTERNATİF (TAMAMLAYICI) TIP ALTINDA YAPTIĞI HATALARI VE SORUMLULUĞU BİZ ÜSTLENMEMEKTEYİZ.

BU FELSEFİ İNANIŞA İNANMAYAN VE GÜVENMEYEN İNSANLARIMIZADA SAYGIMIZI HİÇBİR ZAMAN KAYBETMEMİŞ VE ONLARIN İNANDIĞI TIP SİSTEMİNİDE DESTEKLEDİĞİMİZ BEYAN EDER. YÜCE TÜRK ADALETİNE OLAN SARSILMAZ İNANCIMIZ VE GÜCÜMÜZLE BU KONUDA AÇIKLAMA GEREĞİNİ DUYDUĞUMUZU ARZ EDERİZ.