Fesatlık-Hasetlik ve Kıskançlıkla İlgili Hadisler

Kıskançlıkla İlgili Hadisler Kısa,Kıskançlıkla İlgili Ayetler ve Hadisler,Kıskançlıkla İlgili Sözler Mevlana,Haset Etmekle İlgili Hadisler,Fesatlıkla İlgili Hadisler,Fesatlık-Hasetlik ve Kıskançlık...

Fesatlık-Hasetlik ve Kıskançlıkla İlgili Hadisler

‘Hased ve kıskançlık’, başkalarını bulundukları durumdan dolayı kıskanmak, çekememek ve onların olmamasını istemek, demektir.
Hased eden kimseye de ‘Hasid’ denir.

Haset, tedavisi mümkün olmayan en öldürücü ahlâk hastalıklarındandır. Fesat kimse başkasının iyiliğine ve elindeki nimetlere üzülür, hatta bu nimetlerin onun elinden gitmesini ister. Gitmediğinde üzüntüsü artar. Bu hususta denilir ki: ‘Hased öyle bir ruh hastalığıdır ki, ona hiç bir doktor çare bulamaz. Yeter ki Allah (c.c.)’ın yardımı tahakkuk etsin.' Bu nedenle hased, Müslümanın hayırlı amellerini yok eden çok çirkin bir ahlâktır.

Yahudi ve Hristiyanlar müminlere sürekli hased ederler. Kendileri îman edip Allah (c.c.)'ın fazlından yararlanamadıkları için müminlerin Rabblerinden gördükleri hayırları izledikçe hasetleri artar. Müslümanlar aleyhine çeşitli entrika ve desiseler düşünürler. Halbuki Müslümanlar onların bu kötülüklerini hiç hak etmedikleri gibi tam tersi kendileri hakkında bile iyilik düşünürler. Kazdıkları kuyulara neticede hep kendileri düşerler. Fakat müminler arasında büyük sarsıntılara, karışıklıklara sebep olurlar. Bunların çoğunluğunun tam cezaları ise âhirette Cenab-ı Hakk tarafından verilecektir.

Hasid, Allah Teâlâ’nın vermiş olduğu nimetin kıskandığı kimseden çıkmasını istediğinden hiçbir zaman rahat ve huzur içinde olmaz. Faydalı olmayan, zararlı olan bir şeyin bir insandan uzaklaşmasını istemek, hased olmaz, gayret olur. İlmini, mal ve mevki ele geçirmek, günah işlemek için kullanan din adamından ilmin gitmesini istemek gayret olur. Malını haramda, zulümde, İslâmiyeti yıkmakta, bid’atları ve günâhları yaymakta kullananın malının yok olmasını istemek de, hased olmaz, din gayreti olur. Bir kimsenin kalbinde hased bulunur, kendisi buna üzülür, bunu istemezse, bu günâh olmaz. Kalpte bulunan hâtıra, düşünce, günâh sayılmaz. Hatıranın kalbe gelmesi insanın elinde değildir. Kalbinde hased bulunmasından üzülmezse veya arzusu ile hased ederse günâh olur, harâm olur. Bu hasedini sözleri ve hareketleri ile belli ederse, günâhı daha çok olur. Hadis-i şerifde, “İnsan, üç şeyden kurtulamaz, suizan, tayere ve hased. Suizan edince, buna uygun harekette bulunmayınız. Uğursuz zan (tayere) ettiğiniz şeyi, Allah’a tevekkül ederek yapınız. Hased ettiğiniz kimseyi hiç incitmeyiniz!” buyruldu.

Tayere, uğursuzluğa inanmaktır. Suizan, bir kimseyi kötü zan etmektir. Bu hadis-i şerif’ten anlaşılıyor ki, kalpte hased meydana gelmesi, haram değildir. Bundan razı olmak, devamını istemek, haram olur. 
Hadîka’da deniliyor ki, ‘Kalbe gelen düşünce beş derecedir:

1. Kalpte durmaz, atılır, buna ‘hacis’ denir.

2. Kalpte bir zaman kalır, buna ‘hatır’ denir.

3. Yapmak ile yapmamak arasında tereddüt olunur, buna ‘hadisü’n-nefs’ denir.

4. Yapması tercih edilir, buna ‘Hemm’ denilir.

5. Tercih kuvvetlenip karar verir, buna ‘Azm’ ve ‘Cezm’ denir.


Kur'an-ı Kerim’de hased duygusu ve bunun doğuracağı davranışlar önemsiz sayılmamıştır. Gerek Hz. Âdem (a.s.)'in iki oğlu arasında cereyan eden beşeriyetin ilk cinayetinin(1) ve gerekse Hz. Yusuf (a.s.)’un, kardeşleri tarafından kuyuya atılması olayının(2) asıl sebebini kardeşler arasında doğan hased duygusunun teşkîl etmesi gerçekten düşündürücüdür. Hz. Peygamber (s.a.v.), bütün günahların kaynağı olan üç şey arasında; İblis'i Hz. Adem (a.s.)'e secde etmemeye sevk eden kibri; Hz. Âdem (a.s.)’i yasaklanmış olan ağaçtan yemeye sevk eden hırsı ve Hz. Âdem (a.s.)’in iki oğlunun birbirleriyle dövüşüp kardeşini öldürmeğe ve kardeşlerinin Hz. Yusuf (a.s.)’u kuyuya atmaya sebep olan hased’i saymaktadır. Bunlardan kaçınmamızı istemektedir. Bu yüzden fesat, nefsin kınanmış olan kötü ahlâkındandır.

Bol dua, zikir ve ibadete çok devam etmek suretiyle bunların yok edilmesine çalışmak gerekmektedir. Allah Teâlâ'nın uyarılarına ve tavsiyelerine dikkat edip uyanmak ve bu illetten kurtulmağa çalışmak bir görevdir. Hz. Yakup (a.s.)’un büyük oğulları, küçük kardeşleri Yusuf'a hep beraber tuzak kurup yapacaklarını yaptılar. Gayeleri Hz. Yusuf (a.s.)'u zelil etmekti. Allah (c.c.) ise Hz. Yusuf (a.s.)'u seçti. Ona nübüvvet ve saltanat verdi. Kardeşlerini ona boyun eğdirdi. Hükmü altına soktu. Hz. Yusuf (a.s.)'u hased etmelerinden dolayı hileleri kendi başlarına geçti. Bu ise Allah Teâlânın hikmetinin ve kudretinin apaçık bir delilidir.

Kendini seven ve menfaatini bilen insan haset yolunu tutmaz. Çünkü haset başkasının saadetini çekememe yüzünden, insanın kendi ruh âlemini perişan etmesidir. Rakibine kızarak kendini bıçaklamak gibi bir şey.
“Haset evvelâ hâsidi ezer, mahveder, yandırır. Mahsud hakkında zararı ya azdır veya yoktur.” (Mektûbat)
Şunu unutmamak gerek: Dünyevî bir nimete yahut üstünlüğe kavuşmak kişinin kemâline delil olmaz. Böyle olsa bütün zenginlerin salih, bütün fakirlerin fasık olması gerekir.

Gerçek hiç de böyle değil. Dünya nimetleri bir imtihan aracı. Herkes bir türlü imtihan oluyor. Önemli olan bu yolculuğun sonudur. Bu dünyada meşru yolla zenginleşmeye yahut makam sahibi olmaya çalışmak elbette güzel şey. Ama hâdiselerde kader hâkim. Çok çalışmamıza rağmen dilediğimiz sonucu elde etmeyebiliriz. Ve rakibimiz bizi geçebilir.

Üzerimize düşen görevi hakkıyla yerine getirdikten sonra, tevekkül yolunu tutma ve “hakkımda böylesi hayırlıymış” diyerek İlâhî takdire razı olma durumundayız. Aksi halde hasetle, ruh dünyamızı huzursuz kıldığımız gibi, sonunda şeytana alet olup kadere itiraz tehlikesiyle de karşı karşıya kalabiliriz.